Şimdi bizim olanı almak için Feminist Üniversite demenin, sokaklara çıkmanın vaktidir!
Kadın Üniversiteleri başlı başına kadın düşmanı kurumlarken iktidarını kadın düşmanlığı ile besleyen AKP’nin bu adımının da kadınları toplumdan izole etmeye, kadını ‘ikincilleştirmeye’ ve kendi kadın kadrolarını oluşturmaya yönelik bir hamlesi olduğunun farkındayız.
Geçtiğimiz günlerde artan coronavirüs vakaları üzerine kapatma kararları alındı. Niteliğiyle resmen bir ‘kapatamama’ olan sözde önlemler ise şöyle;-20 yaş altı ve 65 yaş üstünün haftanın tüm günlerinde dışarı çıkmak için sadece 3 saati var, 20-65 yaş grubu içinse hafta içi saat açısından herhangi bir kısıtlama yok, haftasonu 10.00-20.00 arası serbest; yani sadece gece sokağa çıkmak ‘sakıncalı’. Tüm kafeler publar kapalı ancak alışveriş merkezleri hala açık. Sermaye çıkarı düşünülerek ve halk sağlığı göz ardı edilerek alınmayan gerekli önlemler sonucu artık pandemi türkiye’de bambaşka bir noktaya varmış durumda.Yaz gelmesi ve turizm sektörünün büyük bir düşüşte olmasıyla beraber pandeminin ilk aylarında sokakları boşaltan iktidar sermayedarın ve kendi cebine uyar bir şekilde plajları, otelleri ve avmleri açtı. Ancak üniversitelerin kapanmasıyla kısmen özgür hareket edebildikleri üniversite alanlarından uzaklaşarak aile evine kapatılan kadınlar ve tüm üniversiteli öğrenciler ‘hibrit eğitim istiyoruz’ dediğinde; kadınlar İstanbul sözleşmesine saldıran kadın düşmanlarına ve kadın katillerine karşı sokakta toplandığında; iktidar ‘pandemi koşulları’ dedi. İlk kapatma zamanlarında herkese sözde ‘evinde kal’ çağrıları yaparken işçileri sağlık önlemlerini almadan çalışmayadevam ettirdi. Avm’ler açıkken, lokanta, restoran, kafe, bar, tiyatro, sinemaların önlemler alınarak açık kalabilecekken açılmaması; online eğitimdeki verimsizlikler ve öğrenciler arasında sebep olduğu fırsat eşitsizlikleri ortadayken üniversiteler de önlem alınarak açılabilecekken açılmaması, virüsün yayılmaması için aslında tam bir kapatma gerekirken ‘biz önlem aldık görünelim’ diye alınan önlemler ve büyük bir emekçi kesimin hala çalıştırılmaya devam edilmesi, iktidarın samimiyetsizliğinin ve ikiyüzlülüğünün apaçık bir göstergesidir.
Aynı iktidar şimdi ise kadın üniversiteleri projesi ile gelip bunun ‘kadınlar için’ olduğunu iddia edip ‘bakın gelişmiş ülkelerde de bu üniversiteler var’ deyip pazarlamaya çalışıyor. Geçtiğimiz haftalarda Erdoğan 2021 projesi olarak ”Kadın Üniversiteleri”ni gündeme getirip resmi gazetede bu kararı yayınlattı. Erdoğan’ın kadın üniversiteleri bulunan Japonya ziyaretinden sonra açıkladığı bu kadar için YÖK’ün gelecek sene çalışmalara başlayacağı söylendi. Kadın Üniversiteleri başlı başına kadın düşmanı kurumlarken iktidarını kadın düşmanlığı ile besleyen AKP’nin bu adımının da kadınları toplumdan izole etmeye, kadını ‘ikincilleştirmeye’ ve kendi kadın kadrolarını oluşturmaya yönelik bir hamlesi olduğunun farkındayız.
Japonya’da kadın üniversiteleri
Her ne kadar kendisini yüksek teknolojik birikim ile beraber ansak da katı bir feodal bir yapının egemenliğinde kalan Japonya’da 1860’lara dek hüküm süren samuray geleneğine göre kadının yeri evi, çocukları ve kocasının yanı. Kreşten başlayıp üniversiteye uzanan bu sistemi ise, kızların okuyabilmesi için bir çözüm olarak değerlendirmektedir. Japonya’nın feodal ve ataerkil geçmişinin günümüze etkilerine ise ‘Dünya Cinsiyet Eşitsizliği Uçurumu 2020 Raporu’nda 153 ülke arasında Türkiye 130’uncu sırada, Japonya ise 121’inci sırada olmasından görebiliriz. Japonya’da bile kadın üniversiteleri var denilerek ‘meşruluğu’ kanıtlanmaya çalışılan kadın üniversitelerinin; Japonya’nın toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki yerini gördüğümüzde geçerli bir ‘sebep’ olarak gösterilemeyeceğini görüyoruz. Ki Japonya’da ilk açılan kadın üniversitesi olan Tsuda’nın seçme ve seçilme hakkı başta olmak üzere pek çok haktan mahrum olan Japon kadınlar için öngördüğü eğitim modeli, “zarif, her istenileni yapan ve kibar kadınlar” yetiştirmekti.
Peki tek artısı olarak ‘e bu ülkede de var’ denilerek sunulan kadın üniversitelerin eksileri neler, biz kadın üniversitesi yerine nasıl taleplerle geliyoruz?
Yıllardır uygulanan toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarından, yargının polisin devletin erkekliğinden anlıyoruz ki iktidar kanadının derdi hiçbir şekilde kadının özgürlüğü değil. Kadına yönelik şiddeti ve tacizi önlemenin yolu kadınları toplumdan soyutlamak ve farklı alanlara hapsetmek değil ataerkil toplumun dönüşümünü sağlayacak yaptırımlarla erkek egemen anlayışı yıkmaktır. İstanbul sözleşmesi’ne saldıran, tecavüzcü uzman çavuşu, katil vekilini ve daha onlarca yüzlerce kadın katilini kendi oyun odası haline getirdiği yargı sayesinde koruyup kollayan ve her koşulda arkasında duran iktidarın niyetinin hiçbir şekilde kadınların şiddet görmemesi olmadığını söylemek zor olmayacaktır. Hali hazırda geçmişten bugüne gelen algılar, toplumsal yargılarla memleketin dört bir köşesinde başa çıkmaya çalışırken; hayatlarının her anında erkeklikle ölüm kalım savaşı veren kadınların, karma eğitim yerine sadece kadınlarla bir eğitim alması toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair normları besleyecektir.
Bir başka ‘itiraz’ olarak gelen nokta ise liseli ve üniversiteli kadınların, bu üniversite seçimlerinde ne kadar özgür olacağıdır. Bu toplumun gerçekliğinden uzak; bir kadının doğduğu andan başlayan aile baskılarının olduğu bir memlekette bir kadının gideceği üniversiteye tamamen kendi hür iradesiyle karar verdiğini, bir şekilde kendi iradesiyle karar verse de bunun verilmesi zor bir karar olmadığını -seçtiği okul sonucu belirli yaptırımlara maruz kalacak olması; para, dilediği şeyi dilediği saatte yapabilme özgürlüğü gibi şeyler üzerinden yapılan tehditler- söylemek için ya başını kuma gömen bir devekuşu ya da bilinçli bir kadın düşmanı olmak gerekmektedir.
Peki Kadın Üniversitelerinin açılmaması yeterli mi? Biz nasıl üniversiteler istiyoruz?
Üniversite’nin her alanını ayrımcılıklar kuşatmışken kadın üniversitelerinin açılmaması yeterli diyebileceğimiz bir durum olmadığı açık ve net. Üniversitenin iktidar eliyle niteliksizleştirildiği, işleyişinden bilgi üretim süreçlerine neredeyse bütün mekanizmalarında eril tahakkümün hakim olduğunu sitemizdeki birçok yazımızda değerlendirmiştik.1 Bu bilgiler ışığında mevcut üniversitenin feminizasyonu; kadınların bilgi üretim süreçlerine katılmasını, mekânsal olarak kampüs alanının kadınlar için erkek şiddeti karşısında güvenli bir alana dönüşmesini, toplum için bilgi üretilirken cinsiyet körü bir noktadan değil kadınları, LGBTİ+’ları kapsayıcı biçimde olmasını sağlayacaktır. Aynı zamanda üniversiteden ekonomi, tıp, hukuk, mühendislik ve daha birçok alana dair üretilen feminist bilgi, toplumun yeniden feminist inşası anlamına gelmektedir. Bu kapsamda pandemi koşullarında feminist üniversite mücadelesi, sistemin yarattığı sağlık krizi başta olmak üzere ekonomik krize, erkeklik krizine karşı mücadele pratiklerini kapsamaktadır. Üniversiteli kadınlar olarak bulunduğumuz apartmanda, mahallede kadınlarla yapacağımız fiziksel mesafeli atölyelerde, birebir sohbetlerde feminist bilgiyi toplumsallaşmasını sağladığımız çeşitli formlar bulabiliriz.
Önümüzdeki 25 Kasım’a giderken belki birçoğumuz geçtiğimiz 25 Kasım’da olduğu kadar kalabalık bir eylemde buluşamayacağız ancak bu bizi umutsuzluğa sürüklemesin, bulunduğumuz her alanı eylem alanı haline dönüştürebiliriz. Sokağımızdaki bir durağa, evimizin balkonuna kartona yaşamlarımızdaki erkekliğe karşı sözümü yazıp asabiliriz. Tüm dünyada yükselen gerici, kadın düşmanı dalgaya karşı pandemi koşulları demeden günlerce sokakları dolduran feminist yoldaşlarımızı hatırlayalım ve güçlenelim: “Şimdi bizim olanı almak için Feminist Üniversite demenin, sokaklara çıkmanın vaktidir!”
https://www.feministuniversite.com/esit-bir-universite-icin-yukselt-feminist-isyani/