Mor boya sıçrayabilir!- Mine Melek
Mor’un çeşitli tonları, yaşamın dört bir yanına saçılıyor. 8 Mart, 25 Kasım’larda polis
kasklarına, kadın cinayetlerinin önünü açan AKP’nin il binasına, Las Tesis’i hedef gösteren
kadın düşmanlarına, tacizci akademisyene, kayyumluğun cinsiyetçi
uygulamalarına…Yaşamlarımızın her anında erkek şiddetiyle karşılaşırken çok çeşitli
özsavunma biçimleri gerçekleştirebiliyoruz. Sokaktaki tacizcinin yüzüne püskürttüğümüz
biber gazı nasıl ki bizim özsavunma reflekslerimizden biriyse kampüslerimizin güvenli
alanlara dönüşmesi için atılan mor boyalar da bizler için gittikçe refleks haline geliyor.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde akademisyen olan Bülent Arı, geçtiğimiz
günlerde eski doktora öğrencisi kadın akademisyenin odasını basarak ‘Benim olacaksın
yoksa seni işsiz bırakırım.’ diyerek tehdit etti. Olayın ardından gözaltına alınan ve
şaşırmadığımız üzere serbest bırakılan tacizci akademisyen okula gelme cüretini kendisinde
bulmuş hiçbir şey olmamış gibi yaşamına devam edebileceğini düşünmüş. Kocaeli
Üniversitesi’nde yaşananlar tekil bir örnek olmaktan çok uzak. Akademide yaşanan mobbing,
taciz, tecavüz gibi erkek şiddeti faillerinin devamlı korunmaya aklatılmaya çalışıldığı bir
duruma uzun zamandır hiç de yabancı değiliz. Bülent Arı’nın eski bir kadın öğrencisini işsiz
bırakmakla tehdit etmesinden, reddedilen bir erkeğin ‘erkek’ olmaktan gelen ayrıcalıklarını
nasıl kullandığını görüyoruz. Beyazıt’ta sivil çetelerin, kampüs içerisinde ağızlarından
düşürmedikleri cinsiyetçi-tecavüz tehdidi içerikli küfürler; üretilen erkekliğin sivil polisler,
ÖGB, okul yönetimi tarafından alenen korunması, tarikat ve cemaatlerin nefret buluşmaları
gibi bir takım olayların ardından son süreçte İstanbul Üniversitesi’nde yaşanan bir çok
gelişme kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı üzerinden gelişiyor.
Üniversite yönetiminin tacizci akademisyene dair hiçbir tepki göstermemesinin üzerine,
üniversiteli kadınlar tacizci akademisyenin kapısını ve isimliğini mora boyadı. Hemen
ardından kadınlar, tacizcinin ders vereceğini düşündüğü amfide ‘Bülent Arı tacizcidir!’ yazılı
pankartla yaşanılanları teşhir etti. Olayın üzerinden 2 saat geçmeden fakülte yönetimi
‘Basında çıkan haberler üzerine…’ girişli bir açıklamayla tacizci akademisyenin görevinden
geçici olarak uzaklaştırıldığını açıkladı. İstanbul Üniversitesi’nin hemen ardından Boğaziçi
Üniversitesi’nde bilgisayar teknikerliği iş ilanına kriter olarak erkek olmayı şart koşan kayyum
yönetimine cevap kadınlar tarafından yine mor boyayla verildi. Kayyummluk erkek olma
şartını birçok iş ilanına ekleyerek ayrımcı uygulamalarına bir yenisini ekledi.
Bu iki örnekten de anlaşılacağı gibi kampüslerde erkek egemenliği sorgulanamaz hale
getirilmeye çalışılmaktadır. Akademide toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için
hazırlanan ‘Tutum Belgesi’ YÖK başkanı tarafından ‘Toplumsal değerlerimiz ve
kabullerimizle mütenasip değil!’ açıklamasıyla yaklaşık 4 yıl önce kaldırılmıştı. Kayyumların
kampüs içerisinde erkek şiddetini önlemeye yönelik her mekanizmaya saldırması, sürekli
olarak aile değerleri üzerinden yasaklamalar getirmeleri, kadın üniversiteleri gibi kadınları
doğrudan ikincelleştiren üniversite modeli oluşturmaları vb. ardı arkası kesilmeyen saldırılara
her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. İktidarın, özellikle üniversiteli kadınları ve
LGBTİ+’ları ‘makbul kalıplara’ sokma çabası, üniversitelere yönelik tüm programlarının
içeriğini oluşturmaktadır.
Makbul kalıpları yıkıyoruz, yıkacağız!
Kadınları, lubunyaları kendi biçtiği sınırlara hapsedemeyen iktidar, bunu yapamadıkça aile,
erkek yargı kayyum rektör aracılığıyla kadınlar ve lubunyalar üzerindeki denetimini had
safhaya çıkarıyor. Üniversite yıllarıyla beraber ailenin çizdiği sınırlar dışında kendi özerklik
alanını inşa etmeye başlayan kadınların-lubunyaların biçilmiş rollerin dışında kendi
özgürlüklerini keşfetmeleri, cinsiyet rollerine dayalı birçok şeyi sorgulanamaz olmaktan
çıkarıyor. Üniversite, kadınlar ve lubunyalar açısından bilgiyle kurduğu bağ, sosyal alanlar
gibi etkenlerle toplumsal rollere karşı daha hızlı dayanışma biçimleri geliştirebildiği alanlar
sağlıyor. Gecelerin yalnızca erkeklere ait olmadığını, şiddet anlarında hissedilen duyguların
ortaklığını, cinselliğini, cinsiyet kimliğini, tercih etmek istediği meslek seçimini kısaca o güne
kadar yasaklanan ya da ayıplanan birçok şeyi yaşıtlarıyla ortak keşfetmekten aldığı güç
bugün iktidarın en büyük korkularından. Yurda gireceğimiz saatten, meslek tercihimize kadar
müdahale edilmesi ya da tacizci akademisyenlerin korunması tam da bu korkunun eseri.
İsmailağa Cemaati’nde yaşanan istismar olayını ifşa eden üniversiteli bir kadın, tecavüz
faillerinden daha hızlı bir şekilde gözaltına alınabiliyor. Bu korku; tacizci müdüre karşı
direnen işçilerin yanında dans ederek dayanışmasını gösteren, kayyuma, faşist çetelere,
nefret buluşmalarına karşı renkleriyle kampüsleri kuşatan kadınlar ve lubunyaların isyan
potansiyelinden kaynaklanmaktadır.
Yoksulluğun pençesinde tarikat-cemaat yurduna mecbur bırakılan, çalışmak zorunda kaldığı
yerlerde mobbinge uğrayan, akademide ikincilleştirilen üniversiteli kadınların ve lubunyaların
patriyarkanın grisine karşı daha çok mor boyası var. Kampüslerimiz güvenli alanlar haline
gelene kadar mor boya özsavunmamızın sacayaklarından yalnızca birisidir. Kampüs
içerisinde erkek şiddetine dair bütün birimlerin etkisizleştirildiği gerçekliğiyle bugün tekrar
taleplerimizi yükseltmek istiyorsak bütün kampüsü kolektif kurtuluş bilinciyle seferber
etmemiz gerekir. Ama unutmayalım, Feminist Üniversiteye giden yol mor boyadan geçer!