Feminist Hareketin AKP Faşizmi İle İmtihanı – Melek’in Kalemi’nden
Faşizmin rejim biçimi haline geldiği beş yıllık süreçte bu saldırılar boyut değiştirmiş, en gerici en kadın düşmanı noktalara varmıştır. Feminist akademisyenlerin ihracından başlayarak, toplumsal cinsiyet yönergesinin kaldırılması, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının yasaklanması, KASAUM’ların çalışmalarının sınırlandırılması, cami hocalarının-imamlarının doğrudan üniversiteli kadınların eğitim hakkını ve yaşam biçimini hedef alan açıklamaları ile devam etmiştir. Kadın üniversiteleri ise üniversiteli kadınlara yönelik sistematik saldırıların vardırıldığı son noktadır.
Pandemi süreci tüm dünyada sistemin krizlerini derinleştirirken, tek adamlar ülkelerinde iktidarlarının devamlılıkları için bütün şiddet baskı aygıtlarıyla halka ve kadınlara saldırmaya devam ediyor. Polonya’da geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi “Ceninde çok ciddi sağlık sorunları olması halinde kürtaja izin veren yasa maddesinin” iptaline karar verdi. Katolik Kilisesi tarafından desteklenen Hukuk ve Adalet Partisi’den Başbakan Jaroslaw Kaczynski önderliğinde 2016 yılında kürtajın yasaklanmasına dair benzer bir yasa teklifi yapılmış ancak Polonyalı kadınların kitlesel grev eylemleriyle geri çekilmişti. Şimdi ise iktidar itiraz kanalı olmayan bir yöntem olan Anayasa Mahkemesi karar yolunu kadın düşmanı politikaları için kullanıyor ama bu da kadınlar karşısında sonuç vermiyor, on üç gün boyunca süren kitlesel eylemler ve kadın grevi sonucu hükümet kararı ertelemek zorunda bırakılıyor. Burada gerici iktidar kendi kadın düşmanı söylemlerini din ile meşrulaştırmaya çalışırken, devletin bütün araçları ile kadınlara saldırmaktadır. Bu siyaset biçimi bize tanıdık gelecektir. Türkiye’de de Erdoğan’ın emriyle Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’na göre 2021 yılında kadın üniversiteleri açılacağı duyuruldu.
AKP’nin Kadın Politikası
Erdoğan-Saray iktidarı faşizmi kurumsallaştırırken, Hitler ve Mussolini faşizminin “ideal kadın” imgesi üzerinden kurdukları kadın örgütü ve kadro çalışması gibi kendi kadın kadrolarını yaratarak kadın kitlesini denetim altına almakta zorlanmaktadır. Bir yandan da ‘kutsal aile’ vurgusu ile toplumsal cinsiyet eşitliği yerine toplumsal cinsiyet adaleti vurgusu ile kendi kadın politikasının bir tezahürü olan KADEM ile imamhatip okulları ile kendi kadın kitlesini oluşturmaya çalışmaktadır. AKP, kadın kadrolarını ise “makul kadın” profilini örgütleyen, kotrgerilla ile organik bağını televizyon programlarında çekinmeden aktarabilen, AKP’nin dinci-gerici politikalarını sahiplenen kadınlar üreterek kurmaktadır. Ama yine de kendi kadın kitlesini tam anlamıyla yaratamadığı, kadınları rejime entegre edemediği ve bunun sancılarının yaşandığı bir gerçektir. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırma çabalarının sonuçsuz kalmasının temel sebeplerinden biri de AKP’ye oy veren kadın kitlesini dahi kendi sözüne örgütleyememesidir. Erdoğan’ın bizzat kendi politikası, AKP Kadın Kolları teşkilatından toplu istifa edilmesi ve KADEM’in İstanbul Sözleşmesi’ni destekleyen bir açıklama yapması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle kadın üniversiteleri kendi kadın kadrolarını yetiştirebileceği, anaokulundan başlayan gerici, kadın düşmanı eğitim ile üniversitede toplumsal cinsiyetlendirilmiş sektörlere işçi yetiştiren üniversiteler olarak tasarlanmaktadır.
Faşizmin kadro politikası olarak: Kadın Üniversiteleri
2021 programının açıklanmasıyla duyurulan kadın üniversiteleri projesi AKP iktidarının kadınları yönetememe krizinin bir sonucudur. Feminist hareket için en devingen, militan, bilinçli kadın kitlesi üniversiteli kadınlar AKP’nin kuruluşundan bu yana ideolojik araçlarıyla saldırdığı gerek aile politikalarıyla, baba-abi gibi figürler üzerinden kurulan baskı biçimleriyle gerek üniversiter kurumların, gerek KYK yurtlarında erken giriş çıkış saatleri uygulamalarına rağmen denetlenemeyen bir kitle olmuştur. Faşizmin rejim biçimi haline geldiği beş yıllık süreçte bu saldırılar boyut değiştirmiş, en gerici en kadın düşmanı noktalara varmıştır. Feminist akademisyenlerin ihracından başlayarak, toplumsal cinsiyet yönergesinin kaldırılması, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının yasaklanması, KASAUM’ların çalışmalarının sınırlandırılması, cami hocalarının-imamlarının doğrudan üniversiteli kadınların eğitim hakkını ve yaşam biçimini hedef alan açıklamaları ile devam etmiştir. Kadın üniversiteleri ise üniversiteli kadınlara yönelik sistematik saldırıların vardırıldığı son noktadır. Erdoğan’a geçtiğimiz yıllarda dünya geneli yapılan istatistikte Türkiye’den bile geri olan Japonya’daki kadın üniversitesi tarafından verilen doktor unvanı aslında durumu özetler niteliktedir. Var olan üniversitelerdeki feminizasyonu sağlayacak mekanizmaları(cinsel taciz birimleri, kadın araştırmaları merkezleri) etkisizleştirmek yetmemiş olacak ki kadın üniversiteleri gibi özgün bir örnekle karşımıza çıkıyor. Bu uygulama aynı pembe otobüs, kadın sahili uygulamalarında olduğu gibi kadınları kamusal alandan dışlayarak toplumdaki cinsiyet eşitsizliğini derinleştirecektir. Kadın hareketi için de gericiliğin ve kadın düşmalığının kurumsallaşması açısından yeni bir kırılma noktası olarak nitelendirilebilir.
Tam da bu kırılma noktasında kadın üniversitelerinin karşısına feminist üniversite alternatifini koymak gerek.Feminist üniversite sadece kadınlar için üniversitelerin güvenli alanlar haline getirilmesi fikri ile sınırlandırılamaz. Feminist üniversite aynı zamanda bilginin toplumsallaştığı yer olan üniversitelerde feminist bilgi üretilmesi ve bilgi üretim süreçlerinin de feminize edilmesidir. Eğer AKP’nin kadın kadrosu politikası üniversiteden geçiyorsa bunun karşısında olacak mücadelede öncü olan üniversiteli kadınlar olarak karşımıza çıkıyor.
Pandemi sürecinden dersler
Türkiye kadın hareketi; neoliberalizmin dönüşümüyle faşist rejimin inşası devam ederken yarattığı katliamlara, politikalara karşı kendini kurucu bir misyonla örgütleyememenin krizi içerisindedir. Pandemi sürecinde, iktidarın alışılagelmiş ”yasa değişikliği, şiddet” gibi yöntemlerle değil de basit bir taktik değişikliği sonucu kapatma uygulamasıyla feminist hareketi eve kapatmaya çalışmış ve feminist hareket de evden çıkmayı önerecek bir alternatif ile gelememiştir.
Üniversiteli kadınlar açısından bu süreç aileden özerk alanı olarak tanımladığı kampüslerden koparılarak modern hapishanelere çevrilen evlere hapsedilmiş aile üyeleri patriyarkal sistemin gardiyanları olarak görevlendirilmişlerdir. Her 8 Mart, 25 Kasım’da sokakta devlet/erkek şiddetine bütün militanlığıyla direnen kadınların aile evlerine gittiklerinde, o güne kadar aile içinde yaşadıkları travmalarla, şiddetle ya da ataerkinin normları ile yeniden yüzleştiği veya hiç yüzleşmeyi tercih etmediği aile normlarına uyarak aile kurumunu yeniden ürettiği bir durum oluşmuştur. Bu durum üniversiteli kadınların pandemi öncesi ve sonrasındaki düşünme yaşayış biçimlerindeki ikircikli durum mücadeleyle olan politik bağını zedelemiştir. Birbirinden kopuk aile hücrelerine sıkışmış kadınlar, kampüslerde kentte sürekli yan yana gelme düzlemi bulunan kadınlardan uzak kalmış ve karşılaştıkları sorunlarla tek başlarına mücadele etmiştir. Burada toplam kadın hareketi ve bize çıkarılacak derslerden biri de birlikte mücadele etme düzleminin yaratılamamış olmasıdır.
Pandemi sonrası feminist hareket, “normalleşme”yle devletin izin verdiği alanda politikasını üretmeye devam etmiştir. Bu durum feminist hareketin ne zamandır yaşadığı krizleri açığa çıkarmış olsa da buradan ders çıkarmak yerine gündelik program uygulanmıştır.
Türkiye’de neoliberal sistemin yerleşikleşmesiyle beraber yaşanan dönüşüm, patriyarkal ilişkilerinde buna göre dizayn edilmesiyle bir devlet biçimi halini almıştır. Patriyarka, sermaye ve devletten bağımsız düşünülemezken ve patriyarkanın sermaye ve devletle olan bağı vazgeçilmez bir haldeyken, feminist hareket iktidarın saldırılarına karşın yasal hak düzlemine sıkışmış bir nevi feminist hukukçuların mücadele alanını doldurarak kendine rol çalmıştır. Hareket kendini üçlü iktidar karşısında alternatif bir odak olarak örgütlemek yerine Erdoğan rejiminin kadın gündemine cevap üretmekle sınırlamaktadır. Burada pandemi ile birlikte evi içi şiddetin artmasına karşılık alternatif bir odak oluşturamayıp infaz yasasına ses çıkartan, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırma tartışmaları gündeme geldiğinde ancak sokağa dökülebilen, bir kadın katledildiğinde tepkiselliğini hızlıca örgütleyen fakat bir sonraki kadının aynı erkek şiddetiyle katledilmeyeceğinin garantisini veremeyen bir kadın hareketi ile yüzleşmekteyiz. Bu noktada hareket için tehlikeli bir dönemeç yaşanıyor ve feminizm, sistem içileşerek neoliberalizmi besleyen bir ideoloji haline geliyor. Kadınların sistem dışı bir alternatifi haline gelmeyen, orta sınıflaşmış bir kadın hareketi ile feminizm neoliberalizm tarafından adeta bir meta haline dönüştürülüyor ve bireysel kurtuluş fikri öne çıkartılıyor. Kendi hayatını biraz da olsa patriyarkadan uzaklaştırabilen kadınlar için kadın mücadelesi ve kolektif bir kadın kurtuluşu fikri harekete geçirici olmayabiliyor.Benzer bir dönemeci 1970’lerin ilk yıllarında başlayan neoliberal dönüşüme feminist hareketin cevap üretememesinde görüyoruz. 1970’ten 2000’e kadar hizmet sektöründe yeni istihdam edilmiş olan 53 milyon kişinin yarısından çok daha fazlası (%60’ı) kadındır. Bu süreci feminist hareket kadınların ekonomiye katılımlarını özgürleşme olarak tartışarak yönetmiş ancak neoliberalizm bunu bir avantaja çevirerek işçi sınıfının yaşam ve ücret sınırlamalarının düşürülmesinde bir araç olarak kullanmıştır. Bugün pandemi sürecinde de yaşanan kapatma süresince toplumsal yeniden üretim yükünü devletin kadınların omuzlarına yüklediği ve kapatma süresince iyice derinleşen ekonomi ve sağlık krizlerini kadınlara yaslanarak yönetebildiğini görüyoruz.
Türkiye kadın hareketinin neoliberal sistem karşısındaki suskunluğu veya patriyarka ve kapitalizmi hala iki ayrı sistem olarak görme hali pandemi sürecinde kadın cinayetlerine, emek sömürüsüne etkin bir cevap üretememesine sebep oluyor. Sistem piyasaya eklemleyebileceği kocasına bağımlı olmayan “özgür” genç kadını yaratırken feminizmi bir araç olarak kullanmaktadır.Bunu şu an BM tarzı çeşitli kuruluşlar aracılığıyla toplam feminist hareketinin ilerici dinamiklerini sistem içileştirerek [1]aynı zamanda ikili cinsiyet üzerinden derinleşen çeşitli tartışmaları örgütlemekte, hareketi kısır tartışmalara mahkum eden yöntemlerle sınırlamaktadır.
Saray iktidarına karşı kadınların uzlaşmaz niteliğini örgütleyelim
Patriyarka ve kapitalizm ilişkisini göremeyip sistemin içinde liberal bir hatta sıkışmış kadın hareketinin aksine, sermaye yararına da olsa bilim üretir durumda olan üniversitelerin aksine feminist üniversite salt mekandan ziyade kamusal alanın feminize olması için kritik bir araçtır. Feminist bilgi yaşamın her alanında kullanılır hale gelirken artık bilim bugünün aksine halk yararına işler. Bu bağlamda anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-faşist feminist bir bilgi üretim süreci özerk feminist üniversiteden geçer. Temelde feminist bir üniversite ve totalde halk yararına bilgi üretimiyle güçlendirilmiş kadınların toplumsal muhalefette öncü ve militan hale gelmesi AKP faşizminin geleceğini öngördüğümüz hal için kıymetlidir.
Günümüzde kadınların maruz kaldığı aşırı şiddet durumunu sentezleyen “The War aganist women” (kadına yönelik savaş) kavramı Türkiye’de gericiliğin ve faşizmin yeniden silahlandırılarak Erdoğan iktidarının kendini kadın düşmanlığı üzerinden var etmesi olarak karşılık bulmaktadır. Karşımızda kadınlar karşısında silahlandırılmış devlet aygıtını elinde bulunduran patriyarkal sistem vardır. Buna karşın feminist hareketin mücadele stratejisini bugünden şekillendirip kendine kuruculuk misyonu biçmesi gerekmektedir. Kadınlar doğalında patriyarkal sistemin ona dayattıklarına karşı bir bilinç ve tepkisellik içindedir, bu tepkilerin yapısal şiddete yönlendirilecek politik özsavunma örgütü ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Peki üniversiteli kadınlar içinde bulundukları bu savaşta, kapitalizm ve patriyarkayla ateşkes yapacaklar mı? Yaşam alanlarından başlayarak patriyarkal kapitalizmin bize dayattığı normları yadsıyıp yeni bir devrimci feminist kimlik inşa etmenin zamanı çoktan gelmedi mi? Tam da şimdi teorik ve fiili cesareti göstermek ve politik özsavunma örgütünün kuruculuğunu üstlenmek gerek!
[1] *“Bürokratlara dönüşen aktivistler feminist birikimlerini politika uzmanlığı için kullanırken, daha fakir kızkardeşler, onları piyasa yoluyla ulaşılacak hakların sahibi özgürleşmiş özneler olarak kuran toplumsal programların müşterileri haline gelmiştir.”
Kaynakça:
Mutsuz Evlilikten Tehlikeli Flörte: Feminizm,Neoliberalizm ve Toplumsal Hareketler-Görkem Akgöz