DırdırcıYazılarımız

Faşizmi yenmek için geliyoruz!

“yemeği ocakta, yer bezini kovada, çamaşırları sepette bıraktık.
yıllardır çile doldurduğumuz fabrikalardan çıktık.
şalterler kapandı.
atölyeler dolusu tezgahın başından kalktık.
ofisler dolusu bilgisayarı uykuda bıraktık.
geliyoruz…
üstümüzde tepişenleri bir kenara ittik.
tası, tarağı, fönü, maşayı fırlatıp attık.
saçlarımız, kalbimizin çarpıntısı, sesimiz rüzgarda savruluyor.
kalktık, kalkıştık geliyoruz.”

Tarih sahnesine  politik bir hareket olarak ilk kez  1920’lerde çıkan faşizm, yıllar boyu davetine icabet eden yüzlerce, binlerce kadının direnişiyle karşı karşıya kaldı. Yaşama hakkı, emeği, bedeni ve yaşadığı dünya için savaşan, kimi zaman bunlara karşı savaşmak zorunda bırakılan kadınlar 20. Yüzyıldan bu yana faşizme, emperyalist savaşa, ırkçılığa, erkek şovenizmine karşı antifaşist direnişin aktif birer öznesi, doğrudan yaratıcısı oldu. Tarihin tozlu raflarında bırakılan, unutturulmaya çalışılan ‘kadınların antifaşist direnişi’ insanlık tarihine büyük bir ders, hala dünyanın dört bir yanında hayatı için savaşan tüm kadınlara da ilham veren büyük bir miras olarak tozlu raflardan indirilerek yolumuza ışık tutmakta.
Mussolini İtalyası’nda Kadın Olmak
Faşizm ilk olarak iki savaş arası dönemde, 1920’li yıllarda İtalya da ortaya çıkmıştır. Katolik mezhebinin merkezi olan İtalya’da kilisenin toplum üzerindeki etkisi şüphesiz çok büyük olmuştur. Bu bağlamda kilise, kadınları kamusal alandan dışlayarak, annelik ve ev(içi) hizmetlerle özdeşleştirerek faşist hareketin en önemli fikri destekçilerinden olmuştur.
Faşizmin kadına yönelik algısını şekillendirmeye etki eden unsurlardan biri de uluslar arası anlamda genişleyen ve o dönemde etkisini İtalya’da da gösteren feminist hareketlerdir.  O döneme damgasını vuran 1. Dalga feminist hareketin temel amacı kadınlara üç temel hakkı, mülkiyet-eğitim ve oy hakkını kazandırmaktır. Mussolini iktidara yürürken ‘kadınlara oy hakkı’ vaadiyle kadınların desteğini almayı başarmıştır. Tüm bunların yanı sıra İtalya’da gelişmekte olan durumlar;  ülkenin ekonomik yönden dara düşmesi geçim sıkıntılarına yol açmış bu da kadınların kendi sorunlarını ikinci plana atmasını sağlamıştır. Durum böyleyken faşist hareket kadınların taleplerini kullanmayı iyi bilmiş ve kadınların isteklerini faşizme kanalize etmiştir.
Faşizmin kadına yönelik algısını biçimlendiren en kritik unsurlardan biri de aşırı milliyetçiliktir. Savaştan galip çıksa da savaş sonrası emperyalist paylaşımdan umduğunu bulamayan İtalya’nın ülke kodlarında gurur kırıklığı ve uluslar arası aşağılanmışlık alternatif olarak milliyetçilik duygusunu alevlendirmiştir.  Ulus, millet gibi terimler daha erkeksi düşünce zemini etrafında tahayyül edilmiş, yiğitlik, kahramanlık, cesaret gibi kavramlar erkekliğe/erkeğe özgü yorumlanıp övülmüştür. Bu düşünce yapısının bilinçlerde filizlenmesi için Mussolini hem fiziki hem de fikri boyutta geniş manipülasyon kampanyaları başlatmış ve tüm militarist temalar erkekliğe atfedilmiştir. “Militarize edilmiş erkeklik” düşüncesinin de desteğiyle ulusun asli kurtarıcısı erkek olarak gösterilmiş, erkekliğin bu denli yüceltilmesi, kadının ikincileştirilmesi algısının ulusun kurtuluşu için pragmatist bir biçimde yorumlanmasına sebep olmuştur.








Mussolini İktidarı her ne kadar kadınların taleplerini kendi vaatleri olarak göstererek iktidara gelmiş olsa da, kadın politikalarının kendisi kadını faşizme yedeklemek, çıkarları doğrultusunda ‘kullanmak’ tan başka bir şey değildi. Kadınların biricik ve sahici görevi rejimin üreticisi ve sürdürücüsü olmak, yani  çocuk doğurmak ve onu ulusun birer kurtarıcısı gibi yetiştirmekti. Bu algıyı beslemek amacıyla 1925 yılında ULUSAL ANNE VE ÇOCUK AJANSI” açıldı. Aynı zamanda bir çok gazetede bu algı yoğun bir biçimde propaganda edilerek toplumsal kodlara yerleştirildi.

Kadınlar İtalya’da Faşizmi Neden Destekledi?
Rejimin yeniden üretiminde ve sürdürebilirliğinde kadınların kitle desteğine ve ayaklarına bağ olmamasına ihtiyacı olduğunun bilincinde olan faşist iktidar politikalarını bu doğrultuda şekillendirmiştir.  Milliyetçi duyguların, kadın mücadelesinin içine sızmasıyla da ülke genelinde antifeminist bir rüzgar esmeye başlamış ve kadınlar faşizmin destekleyicisi haline gelmiştir.
İktidarın ‘ulusun kahramanları’ ve ‘yuvanın melekleri’ söylemleri ve faşist hareketin pratik programlarıyla kadınlar millileştirilmiş, “gururları okşanmış” ve bu durum kadınların kendilerini yüce hissetmesine sebep olmuştur. ‘Ulusun kahramanları’ ünvanı kadınların kendilerinin erkeklerle eşit olma isteklerine ikame etmiş, kadınların taleplerinin rejime kanalize edilmesi başarılı olmuştur.

İtalya’dan Almanya’ya…
Faşizm her ne kadar politik hareket olarak İtalya’da ortaya çıksa da söylemleri,pratikleri ve yıkıcı etkisiyle daha çok Almanya ve Hitler ile anılır olmuştur. Almanya’da ilk kadın hareketleri 1860’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Hitler öncesi Weimar Almanyası’nda kadınlar, yürütülen mücadele ve savaş döneminde gösterdikleri türlü fedakârlıklar sonucunda çeşitli yasal kazanımlar elde etmişlerdir. Fakat dönemin tarihsel/toplumsal koşullarından ötürü kadın hareketlerinde 1918 sonrası sağ ideolojiye doğru bir yöneliş başlamıştır. Bu noktada,ya çeşitli anti-feminist örgütler meydana getirilmiş ya da önceden var olan çeşitli kuruluşlar çizgisini sağ’a doğru revize etmiştir. Böyle olduğu ölçüde de kadına geleneksel rollerin verilmesi ve kadınların bu rollerin dışına çıkmaması gerektiği savunulmaktaydı. Bu kuruluşlar bütün özgürleşmeci kadın hareketlerini hem milli çıkarı zedeleyici bir hareket hem de Yahudi komplosu olarak görüyorlardı. Kadınlar faşist hareketin kendisi için bir tehlikeydi ve harekete yedeklenmek, rejimin çıkarları doğrultusunda konumlandırılmak zorundaydılar.
Hitler Almanyası’nda kadın sorunu Mussolini İtalyası’ndan  farklı durumdaydı. Öncelikle Nazi ideolojisi, kadınları patriarkal otoriteye resmi olarak tabi kılmak bakımından tekti. Ayrıca bu ideolojide, ırkın koruyuculuğunu devletin görevi olarak addeden Hitler kadın sorununa da ırkî açıdan bakmış ve ırk-cinsiyet eşitsizliğinin sentezi politik bir zemine oturtulmuştur.  Bu nedenle Hitler Almanyası’nda antifeminizm, antiyahudiliğin bir türevi olarak çok daha siyasal ve çok daha sistematik kodlarla işlenmekteydi. Faşizmin kadına yönelik ideolojik aşısı kesinlikle antifeminist bir karakterle enjekte edilmekte, kadını erkeğe göre hiyerarşik bir ilişki düzlemine yerleştirmektedir. Ve kadınlarında bu durumu doğal görmesi, yadırgamaması amaçlanır.
Faşizmde aileye çok kritik bir rol düşmektedir. Çünkü ailede tam hiyerarşi kurulduğunda, yani anneler ve çocuklar ataerkil otoriteye bağlandıklarında ve devlete karşı ailenin sorumluluğunu ataerkil aile ‘reisi’ üstlendiğinde, hiyerarşi prensibi aileyi aşacak, tüm topluma yayılacaktır. Bu bağlamda, “devletin güç ve kan hazinesini” yaratanlarla yani anne olan kadınlarla anne olmayan kadınlar arasında bir hiyerarşi kurulmalıdır. Böylece kadınlar devletin hizmetinde daha da çok doğurmaya davet edilmektedir. Kadınlar, faşizmin emperyalist yayılma siyasetine uygun nüfus politikasının yorulmaz doğurma makinaları olmalıdır. Hitler’in ülke geneline yerleştirdiği bu algı aynı zamanda pek çok programla gündelik hayatta somutlanmaktaydı.  Çok çocuk yapan ailelere maddi destek verilmiş, 6 çocuk doğuran Alman kadınlara törenler düzenlenip madalyon takılmıştır. Bu durum aynı zamanda kadınları eviçine hapsetme politikasını da desteklemektedir.






Adolf Hitler Alman ırkının durmadan devam etmesi ve ari ırkın sürmesi için kadınlara doğum kontrol yöntemlerini ve kürtajı da yasaklamıştır. Ayrıca Yahudi erkeklerden hamile kalan kadınlar kürtaja zorlanmış bununla birlikte Yahudi kadınlara soyu devam etmesin diye zorla kısırlaştırılmışlardır. Hitler evli-bekar, genç-yaşlı bakılmaksızın kadınlar şehre uzak bir yerde kurdukları üreme kamplarında Alman askerleriyle zorla ilişkiye sokularak hamile kalmalarını sağlamaktaydı. Bununla birlikte yeterince Aryan gözüken ve Yahudi olmadığı kanıtlanan çocuklar Nazi kamplarına götürülerek yetiştirilmekteydi.

Almanya’da Kadınlar Faşizme Neden Destek Verdi?
Almanya’da İtalya’da olduğu gibi kadınlara oy hakkı vaadinde bulunma gibi bir durum söz konusu olamazdı. Çünkü mevcut anayasa kadınlara zaten bu hakkı tanımaktaydı. Bu dönemde Hitler kadınlara hitap ederken ülke genelinin Weimar dönemi yaşadığı yoğun işsizlik ve politik istikrarsızlıktan duyduğu rahatsızlığı kullanmıştır.
Ülke geneline ve en çokta kadınlara mevcut kötü durumu sonlandıracağı vaadinde bulunurken, her fırsatta kadına ve aileye büyük önem verdiğini dile getirmektedir. Çeşitli propaganda tekniklerini çok iyi kullanan Hitler, basılan afişlerde mutlu aileler, sağlıklı ‘anneler’ figürleri ve benzeri pek çok araçla kadınları yoğun bir manipülasyona maruz bırakmakta ve kadınlara “alternatifsizlik” duygusunu pompalamaktaydı.

Karanlığa karşı tarihi aydınlatan kadınlar da vardı kuşkusuz…

Nazi ve Mussolini işgal ettiği tüm ülkelerde terör estirmiş, tüm ezilenlerin, halkların ona boyun eğmesini zor yoluyla dayatmıştır. Avrupa üzerine çöken faşizm karanlığına karşı kuşkusuz tarihi aydınlatanlar da olmuş ve esas olarak Hitler’in tüm insanlığı bir sabun kalıbına sığdırmasına bu aydınlık güç engel olmuştur. Faşizme karşı mücadele insanlık tarihi için dönüm noktası olmuştur şüphesiz. Ancak tarihin karanlık raflarında tozlanan başka bir gerçeklik daha vardır. Her ne kadar bu gerçek tarihin yapraklarında gölgede kalmış olsa da bunu gün yüzüne çıkaran yine kadınlar olmuştur. Bu kavga özünde, ataerkil sistemle özgürlük yolunda yürüyen kadınların kavgasıdır. Kadınlar 20. yüzyıl faşist iktidarlarına karşı antifaşit direnişin örgütlenmesinde, propagandasında ve yönetilmesinde en önde durmuştur.
Hitler faşizmin 3K (Kinder-Kirche-Küche)* formülünü reddeden, gaz odalarına gitmeyi kabullenmeyen, antisemitist politikalara karşı duran Alman kadınlar en baskıcı, zorlu koşullarda mücadele yürütmüşlerdir. Komünist kadınlar başta olmak üzere tüm antifaşist kadınlar katı illegal koşullarda Alman halkına çağrı yapmışlardır. Yahudileri gizlice ülke dışına çıkararak, gettolardaki halka yardım etmişlerdir. Sayısız yardım ağları kurarak, Gestapo’nun ölüm listesinde bulunan kişileri kurtarmışlardır.
Faşizme karşı direnen kadınlar, Naziler tarafından “vatan haini” ilan edilerek Hitler’in ırkçı, cinsiyetçi politikalarına karşı çıkan, koyduğu kurallara uymayan, Yahudilerle temas kurup yardım eden her kadın hedef tahtasına oturtulmuştur. Direniş hareketine katıldığından şüphelenilen kadınların sokaklarda saçları kesilmiş, elbiseleri yırtılmıştır. Kadınlar bu şekilde idam sehpalarına çıkartılmıştır.
Hitler’in ilk olarak idam ettiği kadın Liselotte Herman’dır. Herman’ın idamı, ardıllarını da durduramamıştır. Münih’te öğrenci olan genç bir kadın arkadaşlarıyla “Beyaz Gül” adlı direniş örgütünü kurmuştur.
Sadece Almanya’da değil 20. Yüzyıla bir karanlık gibi çöken faşizme karşı antifaşist direniş, İtalya’dan İspanya’ya, aynı zamanda işgal edilen tüm topraklarda filizlenmiş, bu barikatın kurucuları ve direnişin yaratıcıları kadınlar olmuştur.
İspanya Komünist Partisi yöneticilerinden olan Dolares İbaruri aynı zamanda “Savaşa ve Faşizme Karşı Uluslararası Kadın Komitesi’nin de lideridir. 100 bin kadının üye olduğu bu komitede antifaşist mücadeleyi kadınlar cephesinden büyütmede kilit bir rolü olmuştur.






Sonuç Yerine
Klasik faşizmlerden bugüne geldiğimizde, iyi kavranması gereken bir husus vardır. Türlü biçimlerde tanımlamaya çalıştığımız faşizmin kadınlar için anlamı nedir? Yakınlarının, çocuklarının, babalarının, kocalarının, sevgililerinin ölmesi mi? Ama faşizmin bugün feminist tanımı nedir?
İtalyan feminist ve anti-faşist direnişçi Maria-Antonietta Macciocchi’ye göre bu tanım “patriyarka +din”dir.
Her türlü faşist, diktatöryel rejimin kadınlar için anlamı, dinci gericilikle donatılmış ve meşrulaştırılmış erkek egemenliğinin, rejimin başlıca kurucu ideolojik  dayanaklarından biri haline getirilmesidir. Annelik, aile, makbul kadın dayatmalarının ve tek adamın bir aile gibi kurgulanan milletin/ümmetin reisi ilan edilmesinin bu kadar tipik olmasının nedeni budur. Faşizme karşı feminist direniş bugün erkek egemenliğine karşı kadınların kurtuluşu, kadın özgürlüğü mücadelesidir.
 Faşizme karşı mücadele kadınlar için kendi özerkliklerini korumayı amaçlayan feminist bir özsavunma eylemi olduğu ölçüde, direniş, salt tek adam rejimine karşı mücadeleyi değil, mücadelenin ve yeni bir toplumun ahlakını da kadın özgürlüğü ilkeleriyle yeniden kurma çağrısıdır.
Tüm bunlar ışığında; tüm dünyada, dünyanın en güçlü direnişçileri olarak; eşitlik, özgürlük ve insanlığın kurtuluş bayrağını en önde, en cesur şekilde dalgalandırıyoruz. Kendimizden başka bir kurtarıcı beklemiyor, yaşamımızı kuşatmaya çalışan erkek egemenliğine ve faşizme karşı antifaşist barikatı bulunduğumuz her alandan kendi ellerimizle kuruyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’nda faşist Alman ordularını yenip Berlin’e ulaşan Sovyet ordusunda savaşan bir kadın direnişçinin sözlerini anımsıyoruz. “‘’Ben Sofiya Kuntseviç, Berlin’e savaşı öldürmek için geldim.’’
Sofiya’nın sözlerine kulak vererek çıkıyoruz evlerden, işyerlerinden, üniversitelerden. Eşit, adil, özgür bir hayatın mimarları olacak kadınları çağırarak geliyoruz. Önce bir araya geliyoruz. Sonra hep birlikte, faşizmi yenmek için geliyoruz!

 



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir