Değişen dünyayla birlikte feminizm – Pınar Usta
Eril kültür, kendi iktidarına karşı kadını geçmişten günümüze bir tehdit olarak gördü ve her alanda kötülüklerin kaynağı ilan etti
ABD’nin ve dünya ekonomisinin 1970’lerden beri süren derin “yeniden yapılanması” kadın hareketinin yükselişiyle eş zamanda gerçekleşti. 1970’lerde feministler, kadınların ekonomik bağımsızlığı konusundaki taleplerinde çok sesliydi. 2.Dünya Savaşı (2. Paylaşım Savaşı) sonrası artan nüfusla birlikte (baby bommers kuşağı) hane içi ihtiyaçların karşılanması her iki cinsiyet için de geçerli kılındı ve kadınları çalışma hayatında var etmeye yönelik politikalar izlendi. Özellikle aile ücretinin düşürülmesi ve refah devletinin ABD’de ortadan kaldırılması ile sömürge ülkelerde mikro-kredilerin ve serbest bölgelerde kadın emeğinin kullanımında hızlı bir artış görüldü. 1970’lerde pek çok feminist aktivist ve araştırmacı tarafından, kadınlar için aile ücreti talebi kadınların ekonomik bağımsızlık talebine karşı bir tuzak olduğu gerekçesiyle savunulmadı. Sermaye, sanayinin sendikalaşmış Kuzey’den sendikasız Güney’e taşınmasına dayanan ucuz emekten, sendika karşıtı politikalardan, ihracata dayalı üretim ya da serbest ticaret bölgelerinden yarar sağlamak üzere üretimin denizaşırı ülkelere aktarılmasını hedefleyen ayaklarını oluşturdu. Üretimin denizaşırı ayağını oluşturan kadın emeğinin tercih edildiği tekstil ve elektronik eşya sektörleri örnek alındığında mevcut tablonun değiştiğini gösteren bir yere evriltiyor.
Tayvan ve Çin’den Malezya ve Endonezya’ya Meksika ve Karayipler’den Güney Amerika’ya kadar tüm dünyada kadınların “ucuz parmakları” onları yerel iktidara önemli bir döviz kaynağı konumuna getirirken aynı zamanda çokuluslu şirketlerin karlarını sağlayan gözde iş gücü haline getirdi. 1970’ten 2000’e kadar yeni istihdam edilmiş 53 milyon işçinin yüzde 60’ını kadınlar oluşturuyordu.
Heidi Hartmann durumu kısaca şöyle özetliyor: “Hizmet sektörü büyür çünkü ucuz kadın emeğinin mevcudiyeti işgücü arzı oluşturur ve kadınların ev yerine emek piyasasında kullanımı, örneğin, hazır yiyeceklerin ev yemeklerinin yerine geçmesi gibi yedek hizmetler için talep sağlar. Ayrıca, bireysel hizmetlerin ticarileştirilmesi kadınların iş gücüne artan oranda katılımını gerektirir.”
1970 ve 2001 yılları arasında işgücü havuzuna katılan kadınların sayısı 27 milyon arttığında bunun yüzde 60’ını evli kadınlar oluşturuyordu. Evli kadınların çalışmasına yönelik tabandan gelen karşıtlıkların üstesinden hem 70’lerde patlayan nüfus artışıyla birlikte doğan ekonomik ihtiyaç etken oldu hem de 70’lerdeki kadın hareketinin ideolojisinin bir kombinasyonu sayesinde gelindi.
Giderek uç gösteren neoliberalizm New Deal (yeni düzen) programıyla simgeleştirilen liberal uzlaşmanın yerini alabilecek hale geliyordu. Hem kamusal alanları özelleşmeye açan devlet hem de uluslararası ekonomiye dönük yeni reçeteler neoliberalizm adı altında Chicago‘da doğdu.
Latin Amerika’nın kanayan damarı Şili ve Zapatistalar
Neoliberalizm, günümüz dünyasında da hissedildiği üzere kamusal alanlarla sınırlı kalmayarak çeşitli talan ve yağma politikalarıyla varlığını sürdüren bir küresel araçtır. Devlet müdahalesine takılmadan piyasanın yürütülmesine el veren New Deal öncesi yapılanmalara bir geri dönüş olarak ortaya çıktı. Neoliberalizm, uluslararası anlamda ilk kez Şili’de Pinochet’in diktatörlüğünde denendi. Pinochet’in diktatörlüğü altında, 1970’lerin ortasından 1990’ların başına kadar olan süreçte yeni ve kısıtlayıcı bir iş kanunu, belli başlı ihracatçılara aşırı cömert teşvikler ve sosyal güvenlik, sağlık ve eğitimde topyekün özelleştirmeler aracılığıyla ekonomi ve kurumlar radikal uygulamalardan geçti. Darbeyle birlikte neoliberal programının uygulayıcısı olarak yönetime gelen Pinochet dikatatörlüğünde, stadyumda muhalif on binlerce insanın infazı, işkenceye maruz kalan binlerce insanın bir daha ortaya çıkmaması, ailelerini ve çocuklarını kaybedişleri karşısında kadınlar biraraya gelerek direnişlerini Arpilleralarda dillendirdi. Arpilleralar elde dikilmekte ve üzerine 3 boyutlu resimli örtüler işlenmektedir. Anna Burroughs’un adlandırdığı şekilde bunlar, “Direnişe tehdit, umudun ve protestonun elde dikilmiş işleri” oldu.
1989 yılı Pinochet diktatörlüğünde Şili’de, kürtajı yasaklayan yasa yürürlüğe girdi. Bu yasa tecavüz sonucu meydana gelen ve fetüs ölümü gerçekleşmiş hamileliklerde bile kapsayacak şekilde geçerli oldu. Kürtaj yasasının gevşetilmesi kadınların uzun süren mücadeleleri sonunda gerçekleşti. 22 Ağustos 2017’den itibaren Şili Anayasa Mahkemesi’nin çıkarması sağlanan kararı sonucu; Güney Amerikalı kadınların -hayati tehlikenin mevcut olması, fetüsün yaşamasının olanaksız olması ve gebeliğin tecavüz suçu sonucu gerçekleşmesi halinde- kürtaj olabilecekleri yasa değişikliği tarihe diktatörlük sonrası feminist bir kazanım olarak geçti.
Latin Amerika’da 20 yıl süren askeri diktatörlüklerin ardından, bölgenin ulusal kapitalist oluşumunun krizine yanıt olarak kapitalist düzenden yana çözüm olarak neoliberalizme yönelimler dönemi oldu. Neoliberal politikalar, mevcut yoksulluğu ve eşitsizliği iyice derinleştirdi. Neoliberal politikaların derinleştirdiği yoksulluk ve eşitsizlik beraberinde 90’lı yıllarda Latin Amerika ülkelerinde toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasında etkilidir.
Petras ve Veltmeyer; neoliberal rejimlerin ekonomik başarısızlıkları 80’lerde ABD emperyalizminin başlıca muhalifi olan geçmiş kuşak reformist merkezli-sol ve eski radikal partilerin yerini alan yeni bir toplumsal hareketler dalgası için bir kitle temeli ürettiğii söyler. Ekvador’da CONAIE, Brezilya ‘da MST, Bolivya’da Cocoleres (koko çiftçileri hareketi), Arjantin’de işsiz Piqueteros ve Meksika’da Zapatista’lar… Her biri neoliberal politikalara meydan okumak ve kimi durumlarda da rejimleri devirmek için kent temelli hareketlerle kaynaştı.
Latin Amerikalı kadınlar, otoriter askeri rejimler ve neoliberal ekonomi politikalarının uygulanması süreçlerinde bu toplumsal hareketlerin içinde bulundu ve hatta gerilla mücadelesine katıldı. Kurulan kadın örgütlerinin yanı sıra toplumsal hareketlerin içinde gelişen kadınların mobilizasyonu da söz konusudur. Dolayısıyla bu süreç, neoliberal dönemdeki kadın hareketinin ortaya çıkışında belirleyici faktör oldu. Zapatista kadınları bunun en önemli örneklerinden birisidir.
Zapatistalar
Zapatista hareketi ile en başta bölgedeki kadınların var olma ve eşitlik haklarına yönelik girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerden biri Kadınların Devrim Yasası’dır.
1993 yılı EZLN (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu) tarafından kabul edilen Kadınların Devrim Yasası’nın maddeleri kadınların ırk, renk, etnisite bağlamında eşit olduğunu, istedikleri kişiyle evlenme/evlenmeme haklarının olduğunu, mücadele içerisinde devrimci silahlı kuvvetlerde önderlik konumlarını işgal edebileceklerini içermektedir. Bunlar ve daha pek çok madde kadının konumunu değiştirmeye yöneliktir.
Zapatistalı kadınlar, bugün de kadınların yaşamını sınırlandıran ve tehdit eden patriyarkaya ve emeğin sömürüsüne dayanan kapitalizme karşı mücadelelerini sürdürmektedir. Şubat 2019’da tüm dünya kadınlarına seslenen mektuplarına yer vererek onların dilinden mücadelelerini okuyalım:
“ Yoldaşlar, kız kardeşler… Bu kapitalistler ve yeni hükümetlerde onlara itaat edenler, istediğimiz şeyin para olduğunu sanıyorlar. Onlar bizim özgürlük istediğimizi anlayamazlar; sahip olduğumuz birazcık şeyi fotoğrafsız, röportajsız, kitapsız, danışmansız, anketsiz, oy kullanmadan, müzeler ve yalanlar olmadan mücadele ederek kazandığımızı anlamazlar… Biz savaşmak zorundayız ki tarih tekerrür etmesin ve sadece yemek yaptığımız, dünyaya getirdikten sonra utanma, aşağılanma ve ölüm içinde büyüdüklerini göreceğimiz çocuklar doğurduğumuz o dünyaya geri dönmeyelim. Biz, aynı şeye geri dönmek için silahlanmadık. Biz 25 yıldır, turistlere, patronlara, ustabaşılara hizmet etmek için direnmiyoruz… Bundan sonrası artık güvenli değil, çünkü kapitalizmin her şey için saldırdığını ve ne pahasına olursa olsun her şeyi istediğini biliyoruz… Biz bu mektubu yazarken paramiliterlerinizin saldırıları çoktan başladı… Size verdiğimiz ateşi koruyun. Sönmesine izin vermeyin. Bizim ateşimiz burada kanımızla sönmüş olsa bile, hatta başka yerlerde de sönmüş olsa bile, kendi ateşinizi koruyun, çünkü zor zamanlardan geçsek de biz kimsek öyle kalmak zorundayız ve biz, mücadele eden kadınlarız… Size Zapatistalar hakkında düşünmemenizi, çünkü artık bittiklerini, artık Zapatista diye bir şey olmadığını söyleyebilirler. Fakat bizi hali hazırda mağlup ettiklerini düşündüğünüz zaman, size baktığımızı göreceksiniz ve içimizden biri habersizce yaklaşıp sadece siz duyun diye kulağınıza fısıldayacak: “Size verdiğimiz küçük ateş nerede?”
Kanada için bir(i) varmış bir(i) yokmuş
Son yıllarda Kanada’da göçmen kadınlar “kültür” ve çok kültürlülüğe dayalı seçici siyasal tartışmaların merkezinde yer aldı. Kanadalı kadınların sorunları için görünmez kılınma ve bireyselleştirme, göçmen ve ırksallaştırılmış kadınlar içinse kültürelleşme şeklinde gelişmiş durumdadır. Neoliberalizm altında kamu politikaları ve egemen söylemler, Kanadalı kadınlar adına çözülmüş bir sorun olarak, göçmen ve ırksallaştırılmış/kültürelleştirilmiş kadınlar adına ise bir kültürel problem olarak kadın sorununu ele almaktadır. 1970’lerin başlarında Kanada’da ev işleri ve bakım hizmetlerinde çalışan göçmen işçilerin konumu ve koşulları, toplumsal cinsiyet ve ırksal eşitliksizliklerin devlet tarafından görmezlikten gelindiğinin ve yeniden üretildiğinin en çarpıcı örneklerinden birini oluşturur.
Kapitalizmin hem ulusal hem de uluslararası çıkarları açısından, egemenler feminizmin ideolojik ve pratik uygulamalarından ABD’nin “terörle savaşını” sürdürebilmek için yaptığı gibi yararlanabilmektedir. Kanada‘da göçmen kadınlara yönelik yaşam şartlarında sınırlı, görece iyileştirmeler sağlanırken, Kanadalı kadınların sesleri bastırıldı ve göçmen kadınların kültürel uyumu sağlanmaya çalışıldı. Bu süreç kadın hareketi açısından ayrıştıran bir politika olarak tasvir edilebilir. Kendi ülkelerinde kadın haklarının temelini çökertirken başka ülkelerden gelen kadınların özgürleşme durağı olarak gösterilmesi, feministler için umut ve övgü kaynağı olmamalıdır. Bu ülkelerde feminizmin gerçek başarısından değil, daha ziyade, feminizmin sahte siluetinden bahsedebiliriz.
Neoliberal mitlerce oluşturulan sivil toplum kuruluşları (STK) etkisinde: Hindistan ve Gulabi Gang
Mit1: Yoksul kadınların mikro krediler gibi ekonomik kaynaklara erişimini sağlamak onların tümüyle güçlenmesini sağlar.
Yoksul kadınlar gittikçe daha çok çalışan, daha kolay seferber edilebilir hale gelen aynı zamanda hane ve topluluklarını gözeten düzenli kredi ödeyicileri ve sadık seçmenlerdir. Bu mitin en sıkı savunucusu Andhra Pradesh eyaletinin eski başkanı Naidu’ydu. 1999’dan itibaren bir yeniden yapılanma projesi başlattı. Naidu, yoksul kadınları, iktidarda kalmasını sağlayan sadık seçmenler haline getirme sürecinde mikro kredilerden ve devlet destekli sivil toplum kuruluşları sayesinde yaşanılan depolitize oluşlardan yararlandı.
Mit2: Eğer kadınlar politik güce erişim sağlarlarsa, sosyal ve toplumsal cinsiyet eşitliğini, barışı ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik eden siyasetleri ve sosyal politikaları tercih edeceklerdir. Böylece, seçilmiş organlarda kadınların yüksek oranlarda temsil edilmesini garanti altına alan kotalar ya da diğer yöntemler; bu kurumları dönüştürecektir. Kadınlar politik kültürün karakterini ve kurumsal iktidar pratiğini değiştirecektir.
Zamanla başta Güney ülkelerinde olmak üzere birçok ülkede kadınların daha kapsamlı bir politik temsili için yürütülen feminist mücadele bir kenara kaldırılarak uluslararası hibe kuruluşlarıyla diğer kurumların yeni bir icadı olan “iyi yönetişim” yaklaşımı pompalanmaya başlandı.
Kadınlar mikro kredilere ve politik temsiliyete teşvik ediliyorken Hindistan’da kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüzler sürmekte, çocuk yaşta evlilikleri yasaklayan herhangi bir uygulama yürürlüğe girmemekteydi. Kadınlara, kadınların taleplerini içermeyen, özgürlük ve eşitlikten uzak bir “temsiliyet” ile sus payı verilmeye çalışıldı.
Gulabi Gang
Yoksul bir semtte yaşayan Sampta Pal Devi, 2006 yılında komşusunun kocası tarafından dövülmesine karşı ertesi gün 5 kadın ve bambu sopalarla birlikte kadına yönelik şiddete, tacize ve tecavüze karşı bir araya gelen Gulabi Gang’in (Pembe çeteyi) kurucu eylemini gerçekleştirdi. Sahte temsiliyetler, gerçek sorunlar karşısında kadınların mücadelesini susturamadı.
Arap kadın hareketi, sivil toplum kuruluşları ve Arap Baharı’nda kadınlar
Bağımsızlığına kavuşmuş Mısır, Cezayir, Irak, Suriye ve Yemen gibi birçok Arap ülkesinde kadınları emek piyasasına ve yeni ulusun inşasına entegre etmeye dönük çalışmalar “devlet feminizmi” (kurumsal feminizm)1 tarafından gerçekleştirildi. 11 Eylül’ün ardından, ABD’nin saldırganlık politikasına meşru zemin olarak Arap coğrafyasını şeytanlaştıran söylemler üretildi. “İyi Yönetişim” söylemi rejim değişikliği yaşayan Irak’a “demokrasi götürme” ile meşrulaştırılan askeri saldırılar dahil olmak üzere ABD’nin bölgedeki müdahalelerine temel sağlaması açısından önemliydi. Kimi Arap feministleri ABD’nin (sömürgeci olarak), feminizmi kendi çıkarına kullanarak kültürel çözücü görevini üstlendiğini ve ABD’nin demokrasi getirme yolundaki söylemlerinde araç haline geldiğini vurgular. Filistin’deki hayır dernekleri yüzlerce kadının kendilerini ifade edebildikleri alanlar olarak onları kendi yönetim organları ve genel kurullarına üye yaparken kadın birlikleri köylerdeki ve 1948 sonrası dönemde mülteci kamplarındaki kadınlara kadar uzanan geniş ve kapsayıcı nitelikteydi. Yakın geçmişe bakıldığındaysa Arap Kadın Hareketi’nin sivil toplum kuruluşlarına yönelmesi daha çok hak mücadelesi temelli yaklaşım yöntemini izlemektedirler.
Arap Baharı olarak adlandırılan gelişmeler kadınların sokakta ve medyada farklı eylemlikler içerisindeki katılımının önemini gösterdi. 2011’de Kahire’deki ilk 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kadınların Tahrir Meydanı’ndaki sloganları ve orada bulunma halleri yeni bir düşmanlık sergilenmesine tanıklık etti. Mübarek’i deviren Mısır ulusal protesto hareketi örgütlenme yolundaki ilk adımlar olarak sayılabilir.
Peki “küçük ateş nerede?”
Neoliberalizmin inşası ve toplumsal hareketlerin özellikle feminizmin araçsallaştırıldığı 3.dalga feminizmin ardından kadınlar bu zamana kadar olan süreçte birçok farklı feminizmle karşılaşsa da bugün toplumsal mücadelelerin önünde kadınları ve kadın hareketini görmemiz kadınların, yaşamımıza saldıran patriyarkal kapitalizme karşı yaşamı sahiplenmelerinden ileri geliyor. Feminizm, yaşamsal mücadelesini dünyada ve Türkiye’de faşist iktidarlara karşı bir konum alarak gerçekleştiriyor.
Peki, Zapatista kadınlarının bize verdiği küçük ateş nerede? Alevlenmeyi bekleyen küçük ateş bugünün kampüslerinde direnen kadınlara düşüyor.