Mücadelemiz için inat, yaşamımızı örgütlemek için direnç olsun diye
Toplumun tüm kesimlerini acımasızca kendisine mecbur bırakmış patriyarkal kapitalist sistem bugüne dek kadın düşmanı politikaları yetmiyormuş gibi “virüs varken bunlarla mı uğraşalım şimdi” edasıyla çıkıyor sahneye. Yani erkek egemenliğinin tahakkümü altında kadınlara sunulan hayatın tam da ortasındayız şu günlerde.
Covıd-19 virüsü salgını hayatımıza girdiğinden beri günlerimiz evlerin içi ile sınırlı kaldı. Sokaktan, kampüslerden, iş yerlerinden çoğu insan ellerini çekti. Kendini bir nevi ev içinde karantina altına aldı. Ancak bu durum beraberinde akıllara birçok soru işaretini yerleştirdi. Ne kadar süre daha böyle yaşayacak olduğumuz, okul ve iş yerlerinin durumu, evde kal çağrısı yapıp güvenceli bir yaşam sunmayan devlet politikası sonucu hayatına dışarıda devam etmek zorunda olan insanların ölüme, hastalığa mahkum edilmesi ve en önemlisi her geçen gün giderek artan ev içi şiddetin bu koşullar altında sürükleneceği durum….Evet, bu cümleyi okurken bile tek bir soluk yetmiyor. Hele bir de yaşaması kaç soluk isteyecek bizlerden. Doğal afet, savaş gibi olağanüstü hal durumlarında gördüğümüz can yakıcı tablonun bir benzeri şimdi salgın durumunda bizlerin karşısında. Yine her durumda olduğu gibi yaşanan sürecin yükü kadınlara kesiliyor üstelik şimdi bir de eve kapanma koşulları bu kadar meşru ve olağanken. Emniyetin açıkladığı verilere göre İstanbul’da 2019 Mart’ta 1804 aile içi şiddet olayı yaşanırken, bu yıl aynı ayda ise olay sayısı 2 bin 493’e yükselerek, geçen yıla göre 38,2 artış gösterdi. Tam 38,2. Yine karantina günlerinde Rize’de eski eşi tarafından sosyal medya hesabı açarak fotoğraf paylaştığı gerekçesiyle bir kadın sokak ortasında katledildi. Korona salgının çokça etkili olmaya başladığı 10 günde 10 kadının erkekler tarafından katledildiği bir sürecin içindeyiz ve bu haberler maalesef artarak ilerliyor. Her geçen gün belki de haberini bile duymadığımız onlarca kadın erkek şiddetine maruz bırakılıyor, katlediliyor.
Söz konusu erkek şiddeti ve evde kalmak zorunda kaldığımız şu günler yan yana getirildiğinde aklımızda canlanan figürler abi, baba, koca, erkek kardeş, partner diye sıralanıyor. Birçok üniversiteli kadın YÖK kararıyla tatil edilen üniversitelerinden ailesinin yanına dönmek zorunda kaldı. Bu durum sonucunda çalışarak eğitim hayatını sürdüren veya burs, kredi desteğiyle okula devam eden birçok üniversiteli kadın aile baskısıyla, şiddetiyle karşı karşıya. Kendisini salgından izole ederek yaşamını sürdürmeye çalışan kadınların ev içindeki şiddet tehdidi ile yaşamını sürdürmesi nasıl mümkün olacak? Kadınların şiddet gördüğü bir alanda kendisini kaygıdan, korkudan uzak tutması ve devletin önlemsiz evde kal çağrısına uyması gerçekçi mi? Çin’de ev içi şiddet oranlarının en az üç kat arttığı, evde kalmanın, geçim sıkıntısının tüm stresini kadınlara uyguladığı şiddetle atan erkeklere göz yuman devlet politikalarının varlığı bizlere gösteriyor ki dünyada kapitalist sistemin her koşulda beslediği ve aracı haline getirdiği erkek egemenliği yine sahnede. Hatta toplumun tüm kesimlerini acımasızca kendisine mecbur bırakmış patriyarkal kapitalist sistem bugüne dek kadın düşmanı politikaları yetmiyormuş gibi “virüs varken bunlarla mı uğraşalım şimdi” edasıyla çıkıyor sahneye. Yani erkek egemenliğinin tahakkümü altında kadınlara sunulan hayatın tam da ortasındayız şu günlerde.
Kadınların yaşamlarına dönük saldırılar tarih boyunca hiç bitmedi. Her dönemde başka biçimlerde de olsa saldırıların ardı arkası kesilmedi. Günümüz neoliberalizm koşullarında ise bu durum kendisini neoliberal faşist iktidarların politikalarıyla şekillendiriyor. Az önce bahsettiğimiz üniversitelerdeki eğitime ara verilmesi durumu birçok üniversiteli kadının eve dönmesiyle ortaya çıkan sonuçlar dışında sonuçları da beraberinde getirdi. YÖK’ün bahar döneminin uzaktan eğitimle sürdürüleceği açıklaması ardından evinde ya da yaşadığı yerde yeterli imkana sahip olmayan yani bilgisayar, tablet, telefon ihtiyacı olan üniversiteliler için okulu dondurma önerisinde bulunuldu. Oysa günlerdir birçok sağlık çalışanının, gönüllü olarak halk yararına çalışanların emeğiyle virüsle mücadele ediliyor ve bizler bilime, sağlık çalışanlarına, üniversite mezunu olan insanlara ihtiyaç duyuyoruz. Ancak bugün YÖK üniversitelilere okulu dondurmayı bir seçenek bile değil koşullara sahip değilsen zorunluluk olarak sunuyor. Üniversitede hali hazırda yaşamı yeterince zor olan, çalışmadığı sürece eğitimine devam edemeyen üniversiteli kadınların varlığı apaçık ortada. Hatta çalışan bir üniversiteli kadın olan ancak katledilen Şule Çet belki de kalbimizi en derinden sarsan bir örnek olabilir bunun varlığını anlamamız için. Tüm eğitim hayatı boyunca mezuniyetine kadar tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş birçok üniversiteli kadının bir dönem kala “okulu dondurabilirsin” önerisi üzerine yaşadığı durumun tarifi dahi mümkün değil. Gerçi bu memlekette devlet üniversitelerine ayrılan toplam bütçe diyanete ayrılan bütçenin 3/2’si iken YÖK’ün önerisini de garipsememek gerek öyle değil mi?
Tüm bu gerçekliklerin yıpratıcılığına rağmen kadınlar için karşılığı değişmiyor. Salgından henüz bahsetmediğimiz günlerin hemen yakınında 8 Mart’ı yaşadık. Tüm dünyada kadınların sesiyle, isyanıyla yankılandı dört bir yan. Üstelik polis saldırısı, yasaklamalara rağmen. İktidarların tahammül edemediği 8 Mart kalabalıkları her şeye rağmen nasıl sokaktaysa bugünlerde de kadınlar yaşamına her gün göz diken her şeye, herkese karşı durmaksızın bir mücadele içerisinde. Medyada yer almasa da, bir yerlerde karşımıza çıkmasa da bu dünyada her kadının bir direniş öyküsü var biliyoruz. Giydiğine, içtiğine, kahkahasına, okuduğu fakültesine, üniversite kampüsüne, yürüyüşüne, oturuşuna, konuşmasına, doğurduğu çocuğa, yaşadığı aşka, yaşamayı reddettiği aşka her gün bir laf etme yetkisini kendisinde görenlere karşı kadınlar kendi feminist isyanını yazıyor. Bugün bu isyanı sokaklardan yazamıyor olsakta , kendimize yeni mücadele alanları yaratıyor, üretiyor, örgütlüyor, yaşamaya devam ediyoruz. Üniversiteli kadınların bambaşka şehirlerden, evlerden, işyerlerinden seslerini birbirine değdirdikleri Feminist Üniversite sitesi de bu alanlardan biri. Üniversitenin mekânsal ve fikirsel manada feminist dönüşümü mücadelemize salgın günlerinde Feminist Üniversite üzerinden sürdürüyoruz. Var olan bilim anlayışı içerisinde kadınların yaşamlarını yok sayıyor ve sorunlarının görünmezleştirilerek değersizleştiriliyor . Bu duruma karşın üniversiteli kadınlar olarak feminist bilgi üretimi üzerine “Patriyarkanın notu bizden: FF” diyerek Feminist Üniversite sitesinde çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Bizleri birbirimizden uzak kılan salgın günlerinde de her zaman tetikte olmaya ve her şeye rağmen kahkahamızı atmaya devam ediyoruz. 8 Mart’ta kuşatılan İstiklal sokaklarından bir dövizin sloganıyla yükseltelim dayanışmamızı; umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla. Bizler katledilen, erkek şiddetine, tacize, tecavüze maruz bırakılan hiçbir kadını unutmuyoruz ve her gün hatırlıyoruz. Yas tutmak için değil mücadelemizi sürdürmemiz için inat, yaşamımızı örgütlemek için direnç olsun diye. Buradayız ve yan yana geleceğimiz daha çok gün var kadınlar.