Feminist Yaşam

Gülşah Şahin- Anlaşmalı Tahakküm ve Başkaldırı Oyunu

O şehirde okuduğum süre boyunca ailesel ziyaretlerde nadiren bulundum. Sonrasında ise gitmeyi tercih etmedim. Tercih etmememin sebebi yine giyimimle, dövmelerimle, piercingimle ve üniversite yaşamımla yargılanacak olmamdı. O zaman farkettim artık geçmişimdeki ataerkiyle pazarlık masasına oturmadığımı. Bu hareketim ile koca bir aile kurumunu tüm gücüyle karşıma aldığımın farkındaydım, fakat onların göremediği bir şey vardı ki ben de artık gücümü örgütlülüğümden ve feminist dayanışmadan alıyordum. Şuanda da olduğu gibi

Hayatta kalabilmek adına oturduğumuz ataerkil pazarlık masasını çeşitli kelime oyunlarıyla tekrar tekrar kullanabiliriz. Geçen yazımda bahsettiğim “özgürlük pazarı”(1), bu yazımda bahsedeceğim “anlaşmalı tahakküm” ve bu serinin son yazısında bahsedeceğim yansıması ile ataerkiye karşı “feminist toplanma alanları”. O yüzden bu kez, geçen yazımda girizgahını yaptığım ataerkil pazarlığın gündelik yaşamımız içerisindeki kesitlerini derinleştirmek niyetindeyim.

Evcilik ve doktorculuk oyunu yerine “başkaldırı oyunu”

Kendi yaşamımdan örnekler .ile başlamam biraz zor ama sanırım samimi bir sohbet havası vermesi için de şart. Kendimden başlamam zor çünkü feminist mücadelenin öznesi olmak travmalarımızı, görmezden geldiğimiz fakat içimizi kemirmeyi asla bırakmayan düşünceleri-hareketleri, bazı unutmayı istediğimiz “anılarımızı” yok etmiyor maalesef. Sadece saydığım tüm bu şeylerle ve daha fazlasıyla mücadele etme, yüzleşme gücünü sağlayabiliyor. Ataerkil pazarlıkla tanışmamız, adını koyamasak dahi patriyarkanın diğer dayanaklarıyla olduğu gibi çocukluğumuzda başlıyor – hatırladığımız en erken haliyle-. Benim için bu çocukken koltukta babam geldiği zaman yayıla yayıla bacaklarım açık oturamamak, günlük yaşamımda sokakta giyemediğim şortları denizde giyebilmek için babamı ikna etmek zorunda kalmak, arkadaşlarımla kentin diğer yerlerini keşfedebilmek için okuldan- kurstan kaçmak ve hafta sonları arkadaşlarımın evlerine gidebilmek için sinir krizleri geçirmemdi. Bunların sonunda bir şekliyle hepsi gerçekleşiyordu; çünkü farkında olmadan kız çocuklarına öğretilen evcilik, doktorculuk gibi oyunların yerine ben “başkaldırı oyunu”nu oynamayı öğrenmiştim. Öyle bir kodlanmıştı ki kafama bu oyun, eğer babam istediğim bir şeye izin vermiyorsa, o şey kesinlikle doğruydu. Peşinden gitmeli ve onu almalıydım. Ortaokuldan lise 2’ye dek sürdürdüm bu oyunumu, ama tabi ki bedeller ödeyerek. Tüm mahalle sesimi duyuyordu veya babamın sözlü şiddetinin ilerisinin geleceğinden korkmuyor değildim. Yine de sanki hayatta kalmamın tek yolu ısrar ettiklerimin peşimden gitmemdi, sanırım ondan güç aldım. Lise ve ortaokul yıllarım bu anlattıklarımdan dolayı rahat geçti sanılmasın, bu kez de babamın ailesi ve arkadaşlarıyla yüzleşme vaktim geldi. Çünkü hep böyledir. Eril tahakküm kraliyet sisteminin ta kendisidir, babadan oğula o da olmuyorsa kardeşe en kötü ihtimalle arkadaşlara geçer. Baba figürünün tahakkümünü kırmak oldukça zordu ama şimdi önümde amca ve diğerlerinin tahakkümü duruyordu. Babanın ailesi, patriyarkanın içindeyken içerisindeki feminist özneleri çıkardığımız zaman küçük bir iktidarın kendisini temsil eder. Bu yüzden babayla savaşmak aynı zamanda babanın sülalesiyle de savaşmak demektir. Özellikle lise zamanlarımda giyimimden yürüyüşüme, makyajımdan üniversitede okuyacağım bölüme ve arkadaşlarıma kadar her şeyime müdahale edildi. Ve ben gelen saldırılar karşısında bu kez cevap veremedim. En azından bir süre-lise 3’e gidene kadar- onların makbulünü oynadım. O zaman fark ettim ki etrafımızda kendisini yaşı, feodal ilişkileri, işi ve diğer özellikleriyle var etmiş; kendine bunlardan bir statü yaratmış erkeklerle mücadele ederken gerçekten zorlanıyoruz. Ve isteyelim ya da istemeyelim, hayatta kalabilmek adına onların sunduğu pazarlık masasına oturabiliyoruz. En az 10 yıl boyunca yaptığım şey buydu, onların ailelerinde kabul görebilmek ve daha fazla yargılanmamak için onların makbul kalıplarında yaşamak. Çünkü feminizme ve örgütlenmeye, feminist dayanışmaya dair en ufak bir bilgim yoktu.

Özgürleşmenin önkoşulları: güvenli alan, feminist dayanışma, bilinçlenme ve diğerleri..

Lisenin son iki yılında hayatıma feministleri konuk etmemle ve şehir değiştirmemizle beraber gerçek anlamıyla özgürleşmeye adım attığımı hissettim. O zaman fark ettim özgürleşmenin birtakım önkoşullarının olduğunu. Güvenli alan, feminist dayanışma, bilinçlenme ve diğerleri gibi. Bu koşullar sağlanınca sınırlarımın ihlal edildiğini hissettiğimde müdahale etmem bir refleks haline geldi. Farkında olmadan feminist yaşamımı inşa etme çabam üniversiteye geçişimle birlikte artık bir farkındalığa erişti. Çünkü yurtta kalmak istemediğim halde ailem ısrarla yurda başvurmamı söylüyordu. Yurda başvurduğumu fakat çıkmadığını söyleyerek- yani yalan söyleyerek 🙂 – 2 tane kadınla yaşamaya başladım. Yalanın da bir pazarlık ürünü olduğunu tartışabiliriz elbette, ama bencebu olaydan olaya göre değişebilir. Benim deneyimimde yalan söylemek özgür bir yaşam kurmam için gerekli bir materyaldi. Yine başkaldırı oyunumun kazanımı ile artık gerçek anlamıyla kendime ait bir yaşam kurmanın adımlarını atmıştım. Bu benim için oldukça hayatiydi, çünkü babamın ailesinin tamamının bulunduğu bir şehirde; ben babamın “istersen şu akrabalarımızda kal bir süre” teklifini reddetmiş ve arkadaşlarımın yanına taşınmıştım. Hayatımın dönüm noktalarından birisi olmasının bir diğer sebebi de sonrasındaki yıllarda ev değiştirirken aileme haber vermeyişim, sonra tekrar taşınırken bu kez babama gelip 2 erkek arkadaşımla kalacağımı söylememin temeli bu olaydı. Eğer o gün babamın teklifini kabul etmeseydim de “bir süre” akrabalarımda kalsaydım yüksek ihtimalle az önce saydıklarım gerçekleşmeyecekti.

Aile kurumunun gücüne karşı feminist dayanışmanın gücü

O şehirde okuduğum süre boyunca ailesel ziyaretlerde nadiren bulundum. Sonrasında ise gitmeyi tercih etmedim. Tercih etmememin sebebi yine giyimimle, dövmelerimle, piercingimle ve üniversite yaşamımla yargılanacak olmamdı. O zaman farkettim artık geçmişimdeki ataerkiyle pazarlık masasına oturmadığımı. Bu hareketim ile koca bir aile kurumunu tüm gücüyle karşıma aldığımın farkındaydım, fakat onların göremediği bir şey vardı ki ben de artık gücümü örgütlülüğümden ve feminist dayanışmadan alıyordum. Şuanda da olduğu gibi.

Biraz hayat hikayemi anlatmış gibi oldum, niyetim şimdiye kadarki yaşamım boyunca karşılaştığım ataerkil pazarlıkların çeşitli uğraklarını sunmaktı. Çünkü geçmişteki mücadele ettiğimiz ve hala mücadelesini verdiğimiz bu uğraklar eylem alanlarında bizi barikatın önüne dikiyor. Ataerkil pazarlık kendisini barikatta da gösteriyor ve orada da reddediyoruz masaya oturmayı. Para cezası almayı, gözaltına alınmayı ve polis şiddetini göze alarak. Bu noktada da sanırım feminist dayanışmanın kendisine güveniyoruz ve gücümüzü oradan alıyoruz. Bizi gözaltına almaya çalıştıklarında kolumuzu bir feministin bırakmayacağını, para cezası geldiğinde avukatlarımızın desteğini, polis şiddetine maruz kalırsak da yanımızdaki feminist tarafından misliyle karşılık verileceğini biliyoruz. Ki oluyor da. Patriyarka ile ilk karşılaşmamızdan sokaklarda barikatlara dikildiğimiz anlara kadar olan süreçte ve devamında birbirimizden güç alıyoruz. Bugün bir tacizciyi ifşa etmek ve barikatı aşmak aynı anlamı- gücü taşıyor. Hegemonik erkekliğin çatlağını daha da derinleştirmek anlamına geliyor tüm bunların hepsi. Gece yarısı sokakta yürürken devlete değil, feministlere güveniyoruz. Ondandır ki, bu ataerkil pazarlık masasına oturmadığımız her an “başıma bir şey gelirse hesabını sorun” diye sesleniyoruz birbirimize. Yazdıklarım birilerinin isimlerinin ifşası olmayabilir fakat bir “ataerkil pazarlık ağının” ifşasıydı. Hayatta kalabilmek adına bize sunulan bu ağa ihtiyacımız olmadığını, birbirimizle karşılaştığımız zaman fark ediyoruz. O yüzden aslında bu yazının kendisi, geçmişteki şimdiki ve gelecekteki hayatta kalma mücadelemizde bu ağa tutunmak yerine birbirimize tutunma çağrısıdır. Feminist dayanışma, ataerkil pazarlık ağından çok daha güçlü; yeter ki bizi gerçek bir özgürleşmeye götürecek olan feminist devrimin koşullarını kolektif bir şekilde oluşturalım.

Naçizane önerim; bu yazıyı 1 Temmuz’da sokaklarda ve barikatın önünde gösterdiğimiz direnci, yıktığımız barikatları tekrar hatırlayarak okumamızdır. 🙂

Dipnotlar:

(1) https://www.feministuniversite.com/patriyarkanin-sundugu-ozgurluk-pazarinda-hayatimizi-bulmaya-calismak-mi-gulsah-sahin/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir