Dipten Gelen Feminist Dalga- Gülşah Şahin
Bir araya gelişlerimiz denizin dibinde bir dalgaya sebep oluyor, bu dalga öyle bir dinamik taşıyor ki içinde; ne zaman kendini aşıp kenti yerle bir edeceğini bilmiyoruz. Amacımız sadece bir tsunami yaratmak değil elbette, ama heteropatriyarkal türcü kapitalist sistemi yıkmak için bu dalganın gerekli olduğunu biliyoruz. Yıktığımız, ateşe verdiğimiz kentleri feminist bir perspektifle yeniden kurmanın önkoşuluyla yaratıyoruz bu dalgayı.
Neden böyle bir girişle başlıyor yazı veya neden böyle bir başlık tercih ettim ben de bilmiyorum. Fakat son 2 aylık süreçte hissettiklerimi yukarıdaki paragraf ve başlık özetler nitelikte. Her ne kadar tek bir kişinin ürünü gibi görünse de, direnişin kendisi gibi bu yazı da kolektif. Özellikle son 2 aydır yan yana geldiğimiz, temas ettiğimiz, barikata yüklendiğimiz- barikatı yıktığımız, çeşitli baskı ve zor araçları karşısında dayanıştığımız her an kolektif bir direnişin su dalgalarını oluşturduğumuzu hissediyoruz. Tüm bu su dalgaları farklı kaynaklardan geliyor elbette, kimisi kaynağını bir nehirden alırken kimisi dünyanın öbür ucundaki okyanustan alıyor. Kimi ise evimizin önündeki su birikintisinden alıyor gücünü. Madem sistemin saldırıları olabildiğince çok, sanki dünya üzerindeki tüm “boş” alanlara saldırmaya yemin etmiş gibi, biz de dünyadaki bütün su dalgalarını birleştirelim bakalım nasıl bir direniş dalgası çıkacak ortaya?
“Biz her birimiz birbirimizin güvenliğini alıyoruz”
“Direniş dalgaları” terimini iki anlamıyla kullanmak niyetindeyim, gerçek anlamıyla “bu dönemin feminist dalgası” ve mecazi anlamıyla yan yana geldiğimiz veya gelemediğimiz her an hissettiğimiz “feminist dayanışmanın kendisi”. İlk anlamıyla tartışmaya bir yerinden başlamak gerekirse; dönemin koşulları ile beraber feminist mücadelenin öznelerinin daha da renklendiğini, yan yana gelme zeminlerinin arttığını ve tüm bunlarla beraber mücadelenin kapladığı alanın genişlediğini görebiliyoruz. Bunun yansımalarına bakmak istersek yüzümüzü bu yılki 8 Martlara ve İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz eylemlerine çevirebiliriz. Artık sokakta yan yana geldiğimizde çok daha güçlü hissedebiliyoruz. Ki bunun Mersin’deki son örneği şöyleydi: barikatın arkasından “Kitlenin güvenliğini alıyor musunuz?” sorusu geldi kadınlardan birine, arkadaşımız yüzü kitleye dönük bir şekilde “Biz her birimiz birbirimizin güvenliğini alıyoruz, değil mi arkadaşlar?” dedi ve kitle bir adım daha yaklaştı barikata. Bizi engelleyemeyeceklerini anlayınca ikiye bölmeye çalıştılar, arkamızı döndüğümüzde arkadaşlarımızın ablukaya alındığını gördük. Barikata geri gelip arkadaşlarımızı da aldık ellerinden ve yürüyüşümüze öyle devam ettik. “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz” sloganının vücut bulmuş haliydik o an, elimizi bir an olsun bırakmadık birbirimizin. Keza Ankara’dan gelen görüntü de bunu kanıtlar nitelikteydi, pandeminin ortasında İstanbul Sözleşmesi eyleminde feministler el ele tutuşmuştu. Erkek egemen sistemin pandemiden çok daha tehlikeli ve öldürücü olduğunun bilinciyle kenetlenmenin bir haliydi belki de ..
Örnekler çoğaltılabilir, başka yansımalar ve görüngüler üzerinden analizler yapılabilir. Varacağımız nokta – bir meydanın ortasında buluşmak gibi- feminist hareketinin bir tsunami dalgasına evrildiğidir. Öfkemiz de feminist hareketin özneleri de çoklaştıkça çoklaşıyor, renkleniyor. Ama bununla beraber öfkesi eskisine oranla çok daha yıkıcı, yan yana geldiğimizde ise birbirimize yurt olma halimiz bir o kadar gerçek. Bu birbirine yurt olma gerçekliğini sadece duygu ortaklığında ve güven verme biçiminde değil; pratikte nasıl sağlayacağız sorusu ise hala önümüzde acilen cevaplanması gereken bir soru olarak duruyor. Tabi ki atölyelerimizde veya başka bir araya gelme zeminlerimizde tartışıyoruz fakat daha sistematik bir tartışma zemini ve sonrasında çıkan uçların pratikler içerisinde sınanması ihtiyacı hala kendisini hissettiriyor.
Direniş dalgasının ikinci anlamını bugünün koşullarıyla tartışmak gerekirse; gerek eylemlerde veya atölyelerimizde temas ettiğimiz kitlenin eskiye oranla mücadeleye rengini daha fazla vermesi, çelişkilerinin geldiği nokta itibariyle- yaşamak veya ölmek- daha cüretkar ve militan oluşu, yeteneklerini sergileyişi ve hatta yeteneğini mücadelenin karakteristik özelliklerinden biri haline getirişine tanık oluyoruz. Bu durumun kendisi, farkında olarak veya olmayarak, kolektif bir bilincin güveniyle örgütlenme gücünün açığa çıkmasına sebep oluyor. Feminist öznelerin yetenekleri ve deneyimleri bu kadar çeşitli ve kendine özgüyken; dipten gelen feminist dalganın özneleri doğal olarak kendisini kapsayacak, güvenli alanını oluşturabilecek ve hayatını feminist mücadelenin kendisi haline getirebilecek bir örgüt formu arıyor. Her ne kadar tartışmalarımıza bir sınır koymasak da, aksine sınır tanımaz bir açlıkla gündemdeki tezleri- önermeleri tartışsak da bu kuşağın gerek altkültürü gerekse tartışmalarını tam olarak kapsayamadığımızın farkındayız. Bununla birlikte bu engebeyi aşmanın yolunun, arkadaşlarımızla ilkelerimizden tutalım da feminist politikaya kadar tüm konuları tartışıp pratikte sınamak olduğunun da farkındayız. Madem her feministin deneyimlerinin özgünlüğünden, bu özgünlüklerin ne kadar kıymetli olduğundan ve her kadını- LGBTİ+ yı kapsayacak bir feminist mücadelenin yolunun bu özgünlüklerden geçtiğinden bahsediyoruz; analizlerimizde samimi olup çalışmalarımızdaki öznelerle bu hassasiyetle ilişki kurmalıyız. Ancak bu şekilde dipten gelen feminist dalganın su dalgalarını bir araya toplamış, birbirine kenetlemiş ve nihayetinde kenti yıkacak duruma getirmiş oluruz.
Şimdi; patriyarkanın en ağır saldırılarının altında, savaş alanının ortasında, okyanuslar ötesinden birbirimize seslenelim. Birbirimize ses olmaya ve birbirimizi yaşatmaya söz verelim. Bu tsunami dalgasını oluşturacak olan ve yıkılan kentlerin ardından feminist bir dünyayı inşa edecek olan yine bizleriz. Her gün yaptığımız gibi, yüzyıllardır yaptığımız gibi birbirimizin elini asla bırakmayalım!