Feminist KürsüFeminist YaşamLgbti/ QueerÜniversiteYazılarımız

Merhaba Canım – Üniversiteli LGBTİ+’lar

Merhaba Canım

‘…Elbet değişecek güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü…’

Yaşadıklarımızı bir biz biliriz. Pandemi sürecinde çok büyük bir şiddet döngüsünün daha içerisine girdik. Üniversitelerde bir nebze de olsa sözümüzü söyleyebildiğimiz, dayanışabildiğimiz birbirimize umut olabildiğimiz alanlar yaratabiliyorduk. Ancak COVİD19 salgınıyla birlikte yurtlarımızdan, kampüslerimizden ayrılmak zorunda kaldık.

Hayat eve sığar sözüyle döndüğümüz evlerimizde karşılaştığımız manzara evde kabul görmeyen hayatlarımızdı. Evde oturuşumuzdan, giydiğimiz kıyafete hatta sesimizin tonuna kadar rahatsız olanlara karşı benliğimizi kapının dışında bırakmak zorunda kaldık. Aile içerisindeki baskı ve şiddet ortamı aslında bizim varoluşumuzdan beri vardı. Çocukluğumuzdan itibaren yönelimlerimiz, kimliğimiz bastırılarak hayatlarımız toplumsal cinsyet normlarıya kuşatıldı. Eşcinsel olduğu için babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız, ailesi tarafından gördüğü baskılardan dolayı intihar eden trans erkek Okyanus Efe, bizlerden koparılan hayatlardan sadece ikisi.

Bizi hayatlarımızdan eden nefret, madolyanun iki yüzü olan aile ve iktidar olarak karşımıza çıkıyor. Son olarak pandemi sürecinde halk sağlığını olumsuz yönde etkileyecek kararlar alan iktidara yönelik halkta biriken nefreti iktidarın Diyanet İşleri Başkanı aracılığıyla LGBTİ+’lara yöneltmesi bunun en somut örneğidir. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın nefret söylemleri bizleri evlerde, yaşadığımız yerlerde şiddette açık hale getirdi. Bizler koronavirüsününden öncede iktidarın ürettiği bu nefret politikalarından dolayı ölüm korkusu yaşıyorduk zaten. Nefretten doğan şiddet öldürene kadar ayrımcılık, ötekileştirme ve dışlama olarak bizleri toplumdan izole etmeye çalışmaktadır.Arkasından sadece bir video bırakarak intihar eden Eylül Cansın aslında dışlanmanın ölümden daha zor olduğunu bizlere anlatmıştır.

Kampüslerimizde arkadaşlarımızla, aşklarımızla dayanışma içerisinde olsakta, akademide cinsiyetçi, homofobik, transfobik öğretim görevlileri, onur yürüyüşlerine saldıran atanmış rektörler iktidarın hayatımızda yarattığı ayrımcılığı kampüslere taşıyanlardır.Eğitimde yaşadığımız sıkıntılar sadece bunlardan ibaret değildir. Üniversiteliler olarak içinde bulunduğumuz ekonomik krizden dolayı çalışmak zorunda bırakılıyoruz. KYK burs ve kredileriyle geçinemiyoruz. Kimliğimizden ötürü iş bulmakta zorlanıyoruz. Bulduğumuz işlerde de nefret söylemleri ile mobbinge ve tacize maruz kalıyoruz. Sex işçiliği yaptığımızda dışlanıyoruz. Emeğimiz görünmezleştiriliyor. Güvencesiz çalıştırılıyoruz. Ahlak normlarına uymadığı için işçi olarak dahi görülmüyoruz.

Emeğimizi ahlakla ölçenlere diyoruz ki emeğin ne cinsiyeti ne yönelimi vardır. Hepimiz neoliberal kapitalizmin karşısında sömürüye açık çıplak bedenleriz. Ancak bu bir sevgi göndermesi değildir. Bizi evimizin içine kadar takip eden bir nefret, fobi, virüs ve tecavüzdür. Bizler patronsuz, pezevenksiz, sömürüsüz, Tek Adam’sız, nefretsiz, eşit ve özgür bir yaşam istiyoruz.

Hayallerimizdeki eşit ve özgür dünyayı hep birlikte kuracağız. Bizler ne yanlış, ne de yalnızız! Stonwall isyanında Marsha’nın attığı kaldırım taşları olduk. İstanbul’da Hande Kader’in haykırışlarıydık. Bu sene kampüslerden meydanlara gökkuşağının her rengiyle emeğimizi, yaşamımızı, aşkımızı 1 Mayıs alanlarına taşıyamasakta, hepimiz evlerde fırtınalara karşı direnen gökkuşaklarıyız.

YAŞASIN 1 MAYIS! YAŞASIN ONURLU YAŞAM MÜCADELEMİZ!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir