Feminist Üniversite mücadelesinde: FEMİNİST SAĞLIK
Tıp biliminin tarihsel gelişimi hikayenin en başından beri kadın düşmanı bir temele oturmaktadır. Zamanında kadınların sahip olduğu şifa dağıtma yollarının bilgisini kendi tekelinde toplayabilmek için bu kadınları cadı ilan edip yakarak kendini var etmiş bir kurumdan bahsediyoruz sonuçta. Tıbbın doğumundaki bu vahşet belki günümüzde eskisi kadar belirgin görünmüyor ama hala kendini muhafaza etmektedir.
Üniversite kurumundaki dönüşümler, henüz oluşmakta olan kapitalist üretim ilişkileri ihtiyacına göre şekillenmiştir. Üniversitelerde egemen olan bu yeni anlayış, modern ulus-devletin ideolojisini meşrulaştırır ve yayarken yeni devlet biçiminin kurumlarını dayandıracağı aktörler yetiştirmeyi amaçlar. Bu aktörler ise ‘akla sahip’, ‘bilimsel bilgiye hakim’ erkeklerden oluşmaktadır. Zira batılı olsun ya da olmasın bilimsel alan, ‘bilim adamları’nın alanı olarak erkek bakış açısıyla domine edilen bir alandır.
Toplumsal cinsiyet, toplumda eril düşünce tarafından oluşturulmuş, toplumun cinsiyetlere atfettiği roller, davranışlar ve değerler dizisini ifade etmekte ve kadınlar için dezavantajlı bir eşitsizlik modelinin sürdürülmesine neden olmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği doğrudan tıp bilimi içinde üretilmemektedir ancak tıbbın içindeki mevcut bilgi ve uygulamalar bu eşitsizliği yeniden üretmektedir. Tıp alanındaki cinsiyetçi uygulamalara getirilen eleştiriler son 50 yıldır kadın hareketinin gündemindedir. Tıp bilimine yöneltilen bu eleştiriler dört ana başlıkta toparlanabilir: “Eril yanlılık”(Male bias), “Toplumsal cinsiyet rolü ideolojisi” (Gender role ideology), “Toplumsal cinsiyet eşitsizliği” (Gender inequality), “Toplumsal cinsiyet körlüğü”
Eril yanlılık (Male bias): Sağlık alanında cinsiyet temelli araştırmalarda eril düşünce ve davranış biçimlerinin yanlılığa neden olduğunu ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Örneğin erkeklerle özdeşleştirilen koroner arter hastalıklarıyla ilgili bilgi birikimi, daha çok kadın ile ilişkilendirilen romatizmal hastalıklarla ilgili bilgi birikiminden daha fazladır. Bu bilgi birikimi eşitsizliğinin sonucu olarak kadınlarda daha fazla görülen romatizmal hastalıklar, sağlık çalışanları tarafından daha önemsiz olarak görülmektedir.
Toplumsal cinsiyet rolü ideolojisi (Gender role ideology): Bu ideolojik yaklaşım toplumsal cinsiyetin, sağlık hakkına erişimi negatif olarak etkilemesine neden olmaktadır. Bu terim bir yanıyla da sağlık çalışanlarının ve hekimlerin hastaların cinsiyetine göre tutumunu ifade eder. Sağlık hizmet sunumundaki bu durum tıp alanında teorinin üretim aşamasında, seksist bir dil olarak da karşımıza çıkar. Bowker , infertilite konusunda kullanılan terminolojinin toplumsal cinsiyet duyarlılığı ile ilgili bir derleme yapmış ve bu derlemede incelediği bir makalede “sperm fonksiyonunu yerine getiremezse bunun sebebi kadının üreme kanalının ‘konuksever’ olmamasıdır” şeklinde bir ifadenin bulunduğunu bildirmiştir. Toplumsal cinsiyet rolü ideolojisi feminen ve maskülen ayrımının güçlenmesine neden olmaktadır.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği (Gender inequality): Toplumsal cinsiyet eşitsizliği hem kadın hem erkek için tam olarak sağlıklı olabilmelerinin önünde ciddi bir bariyerdir. Sağlık alanında kadın erkek arasında eşitsizlik ve farklılıkların oluşmasında biyolojik cinsiyetin yanı sıra sağlık hizmetlerinde cinsiyetçi bakış açısının da önemli etkisi vardır.
Toplumsal cinsiyet körlüğü (Gender blindless): Kadınların sağlık sorunlarını ele alırken üreme sağlığı alanı dışında diğer ilişkili ve etkili faktörlerin gözden kaçırılması sağlık alanında toplumsal cinsiyet körü yaklaşımın temel sebebidir. Tarihsel olarak tıp eğitiminin erkek anatomisi üzerinden yapılandırılmış olması da toplumsal cinsiyet körü yaklaşımın bir örneğidir. Norm olarak yalnızca erkek bedeni üzerinde yapılan çalışmalara göre hastalıkların refere edilmesi, tedavi aşamalarında toplumsal cinsiyetin, çevrenin, psikososyal etkilerin göz ardı edilmesine neden olmuştur. Bunun sonucunda tüberküloz, böbrek hastalıkları, depresyon gibi hastalıkların tanı-tedavi aşamalarında cinsiyet eşitsizliği oluşmuş ve bu eşitsizlik yeniden üretilmiştir.
Fallop tüplerinden, Douglas kesesine, Bartholin bezlerinden Grafenberg noktasına kadınların beden parçaları erkekler tarafından -ve onların ardından- isimlendirilmiştir. Doğrusu erkekler kadınların bedenlerinin her yerindeler. Çoğu erkeklere dayanan bu adlandırmaların kullanılmaya devam edilmesi yalnızca tıbbi bilgimizdeki toplumsal cinsiyet yanlılığını yansıtmakla kalmaz, kalıcılaşmasını da sürdürür. Kulağa kadınsı gelen anatomik terimlerin bile çağdışı ve doğal olarak cinsiyetçi kökenleri vardır. Örneğin “vajina” sözcüğü, Latince “sheath”, kılıf -bıçak ya da kılıcın keskin kenarlarına oturan sıkı kaplama- adından gelir. Benzer olarak, klitorise atfedilen geç dönem Yunanca kleitoris sözcüğünün kökeni, “kilitlemek” anlamına gelen “kleíein” sözcüğüne kadar izlenebilir. Eril yanlılık sadece tıbbi terminoloji ile sınırlı değil. Kadın anatomisi çalışmaları da bundan etkilenmiştir. Tıp öğrencilerinin anatomi ve fizyoloji öğretimlerindeki toplumsal cinsiyet yanlılığı, öğrencilerin kullandıkları ders kitaplarında, sıklıkla erkek anatomi ve fizyolojisinin norm olarak sunulması, kadınların üreme dışı anatomide yeterince temsil edilmemesi ile saptanmaktadır. Birkaç sene önce kadın vücudunun kas sistemi yeni gündem olmuş ve kadın memesi şaşkınlık uyandırmıştı. Bunun sebebiyse bilgisizlikten öte, bilimsel ve tıbbi eğitimde veya araştırmalarda erkek bedeninin “varsayılan” olarak kabul edilmesidir. Bu durum, kadın bedeninin “anormal” bir öteki olduğu anlamına gelmesine sebep olmaktadır. İnsan bedeninin erkek olduğu ve kadın bedeninin ancak farklarını göstermek için sunulduğu anlatılmaktadır.
Zaten tıp biliminin tarihsel gelişimi hikayenin en başından beri kadın düşmanı bir temele oturmaktadır. Zamanında kadınların sahip olduğu şifa dağıtma yollarının bilgisini kendi tekelinde toplayabilmek için bu kadınları cadı ilan edip yakarak kendini var etmiş bir kurumdan bahsediyoruz sonuçta. Tıbın doğumundaki bu vahşet belki günümüzde eskisi kadar belirgin görünmüyor ama hala kendini muhafaza etmekte. Kendine yalnızca beyaz orta sınıf erkek bedenini konu edinmekte ve bunun dışındaki bütün bedenlere karşı yabancılaşmaya devam etmektedir. Tam da bu yüzdendir ki bütün imkanlarına rağmen kadın cinsel organı olan klitorisin ilk kez 3 boyutlu olarak çizilmesi 2009 gibi çok yakın bir dönemde gerçekleşmiştir. Yine kadınlarda kalp krizinin erkek bedeninde görülmeyen başka belirtilerle kendini gösterebildiği ancak çok yakın tarihlerde öğrenebildiğimiz bir bilgi olmuştur. Bunların sebebinin tıbın uygulama veya araştırmadaki imkan yetersizlikleri olmadığını aslında hepimiz farkındayız. Aksine sebepler hiç de masum değil. Bütün bunlar tamamen bilinçli ve kasıtlı…
Üstelik tıptaki cinsiyetçilik kendini sadece araştırma veya bilim üretimi safhalarında göstermiyor. Kadınların tıpta yerleşmiş ataerkil bakış açısıyla savaşı hastaneye attıkları ilk adımda gayet net hissediliyor. Hatta bir araştırmaya göre, acil serviste kadınlar doktoru görmek için erkeklerden daha uzun süre bekliyor ve acil vaka olarak tanımlanma oranları erkeklere kıyasla daha düşük düzeyde kalıyor. Ayrıca ağrı için hastaneye giden kadınlara, anksiyete sorunu olduğunu düşünerek sakinleştirici ilaç yazılması ve bunların psikolojik rahatsızlık olarak sınıflandırılması ihtimalinin de daha yüksek olduğu bildirilmiş. Kadınların hastane travmaları bunlarla da bitmiyor. Hepimiz ya kendimiz birinci elden deneyimlediğimiz ya da çevremizdeki kadınlardan dinlediğimiz jinekolojik muayene hikayelerine aşinayızdır. Eğer bir sorunumuz varsa tekrar bu travmalarla yüzleşmemek adına feminist jinekolog bulmak için araştırmalara başlıyoruz. Aslında bütün bahsettiklerimizin en kritik yanı da bu. Kadınlar olarak en temel haklarımızdan biri olan sağlık hakkına, şiddete uğramadan ya da travmalar yaşamadan ulaşabilmek için bile feminist bir sağlık çalışanı bulmak zorunda kalıyoruz. Oysa bu asla bizim bir zorunluluğumuz olmamalı. Tam da bu yüzden her bir öznesiyle beraber tıbba feminist bir kimlik kazandırmak durumundayız. Kadınlar için de eşit bir sağlık bilimi üretimi ve eşit derecede güvenli muayene alanları bizim doğuştan hakkımızdır ve biz hakkımız olanı talep etmekteyiz!
Sonuç olarak bizler feminist sağlık öğrencileri olarak ne söylemek istiyoruz? Toplumsal cinsiyet rollerinden köken alan ve cinsiyet ayrımcılığı üzerinden sağlık sistemi içerisinde yeniden üretilen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması için bu eşitsizliğin nedensellik ağı içinde saptanması ve ardından sağlık sistemini, tıp eğitimini, sağlık çalışanlarını kapsayacak toplumsal cinsiyet merkezli müdahalelerin uygulanması gereklidir. Tıp eğitimine eşitlikçi yönde toplumsal cinsiyet rollerinin gelişmesini ve toplumsal cinsiyet ve eşitsizliklere dair teorik derslerin ve bunun yanında tutum geliştirmeye yönelik pratik uygulamaların yerleştirilmesi gerekli ve bunun mezuniyet sonrası eğitim sürecinde de devam ettirilmesi gerekmektedir.
Tüm bunlar feminist sağlık, feminist üniversite ve feminist toplum inşası ile mümkün olacaktır. Bunun için üniversite içerisindeki ve bilgi üretimindeki erkekliği ortadan kaldırmalı ve alanlarımızın feminizasyonu için harekete geçmeliyiz. Artık feminist üniversite mücadelesi vermenin zamanıdır!