Amandla! (güç bizde) – Gizem Gül Tatar
Bugünlerde yaşadığımız pandemi sürecinde hayatlarımız için farklı alanlarda mücadele veriyoruz. Tıbbi olarak hayati tehlike yaratan virüsün yanında yetersiz sağlık politikalarının, sermayeyi koruma derdine düşmüş kapitalizmin çarklarının, bizleri güvencesiz ve geleceksiz yaşama sürükleyenlerin, doğayı termik ve nükleer santrallerle talan edenlerin tehdidi ile karşı karşıyayız.
Çernobil felaketinin 34. yıldönümü tam da bu günlere denk geldi. Dünya genelinde nükleer santrallerin ne denli geri dönülmez felaketlere yol açtığı Çernobil Nükleer Santral kazası ile anlaşılmıştır. Yaşandığı süreçte milyonlarca insanın hayatını olumsuz etkileyen patlamanın etkileri ülke sınırları tanımadan kilometrelerce yayılmış Türkiye’ye dek ulaşmıştır. Bütün bunlardan çıkarılmayan dersler ve kapitalizmin talan politikaları bugün karşımıza Mersin Akkuyu Nükleer Santral Projesi olarak çıkıyor. Halk sağlığının düşünüldüğü iddia edilerek sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği bu süreçte dahi santral inşaatı işçilerin sağlığı ve güvenliği görmezden gelinerek ağır şartlarda durmaksızın devam ettiriliyor. İnşaatı devam eden Akkuyu Nükleer Santrali’nin öncesinde de, bugün de daha çalışmaya başlamadan yol açtığı yıkım ortadadır. Ormanların, denizin, kıyıların, derelerin ve tarım arazilerinin tahribatı sermaye sahiplerinin ve siyasal iktidar eliyle ilerletilmektedir.
Kapitalizmin temel özelliklerinden, cinsiyetçilik ve ekolojik yıkım arasındaki ilişkiyi anlamak mümkündür. Kadın ve doğa sömürüsü iç içe geçmektedir. Doğanın tahribatı ile suyun, havanın ve toprağın metalaştırılması, metalaştırma hırsının, yaşam ve sermaye çelişkisinin kanıtlarıdır. Ekolojik düşünce temelde insanın doğa üzerinde kurduğu her türlü tahakkümü reddeder. Patriyarkal sistem de doğa ve “doğal olan” olarak gördüğü kadınları sömürerek yükselmiştir. Kadın ve doğa bir tahakküm alanı olarak sömürüye maruz kalmıştır. İnsan yaşamını ve doğayı doğrudan tehdit eden nükleer santral projeleri temelde baktığımızda ırk, dil, din ve sınıf ayrımı yapmaz diye görülür ancak eşitsizlikler üzerinde yükselen kapitalizm ve patriyarka bize bunun tersini gösterir. Örneğin radyasyon sınır dozu 30 yaşlarında bir erkeğin yapısına göre belirlenmiştir. Böyle hayati bir risk belirleyicisi cinsiyet eşitsizliği ile karşımıza çıkarken bilimsel çalışmalar radyasyonun özellikle kadınları ve çocukları etkilediğini göstermektedir. 2006 yılında yapılmış bir çalışmada radyasyona maruz kalma sonucu kadınların kanser olma riskinin erkeklere göre neredeyse iki kat daha fazla olduğu göstermektedir.
İç içe geçmiş patriyarkal sistem ve kapitalizm kadın yaşamını her alanda tehdit ederken doğanın tahribatı ile de yaşam alanlarını yok etmeye ve tahakküm ilişkilerini üretmeye devam ediyor. İklim krizinin her alanda doğrudan etkileyeceği kadınlar “kadın vitrini”, “kadın istihdamı” sözleri ile aklanmaya çalışılan doğa katlinin başrolünde olan nükleer santral projelerinin karşısında durmaya devam edecek. Tıpkı 2013 yılında Güney Afrika’da 8 nükleer reaktör kuracağını ilan eden hükümetin karşısına siyahlar giyip, yumruklarını kaldırıp “AMANDLA!” (Güç Bizde) sloganı ile çıkan, “Nükleer santral erkek dünyasınındır” diyerek aynı hükümete geri adım attıran kadınlar gibi…
Kaynakça
- Pınar Demircan, Nükleer Karşıtı Hareket İçinde Kadının Yeni Dünyayı İnşa Etme İmkanı
- Buse Üçer, “Tahakkümün Reddi: Ekofeminist İdeoloji” 2018
- http://m.bianet.org/bianet/print/115015-ekososyalist-bir-feminizm-icin