Tacizci Bilim İnsanları Bu Gücü Nereden Alıyor? – Şeyda İpek
“Cinsel taciz, istismar ve tecavüz ile suçlanan bilim insanlarından günlük hayatımızda nasıl bahsetmeliyiz?” Bana epeydir sorulan bir soru bu. Cinsiyetçilikten tacize birçok kişisel kötülükleri olan bilim insanları hakkında birkaç yazı yazdım daha önce. Popüler bir bilim insanının tacizlerini konu ettiğimde birçok tepki alıyorum. Bilim insanlarının bilimlerini ve tacizlerini birbirinden ayırmamız gerektiğini söylüyorlar. Buna inanmıyorum. Kısaca pozisyonum şu: Tacizci bir bilim insanının biliminden bahsederken aynı zamanda, aynı cümle/paragraf/twit içinde tacizinden de bahsetmemiz gerekli. Bunun niye önemli olduğuna varmadan önce akademide tacizin ve bu taciz ortamını besleyen akademik ve toplumsal yapıların detaylarına inmemiz gerekiyor. Bu tacizci insanlar hangi kurumlardan güç alarak böyle pervasızca davranıyorlar ve bizim bu sistemdeki rolümüz ne? Tacizci bir insanın biliminin yanına tacizini de eklediğimizde mağdur tacizci mi, bilim mi yoksa taciz edilen kadınlar mı? Bunlara tek tek bakalım.
Akademide tacizin yaygınlığı
Öncelikle herkesin şunu kabul etmesi gerek: Akademide kadınların uğradığı cinsel taciz, suistimal, istismarın haddi hesabı yok. ABD’de 2018 yılında Ulusal Bilim, Mühendislik ve Tıp Akademileri tarafından hazırlanan çok kapsamlı bir rapora göre üniversitelerde bu alanlardaki kadınların %20-50’si cinsel tacize uğramış (Tıp öğrencileri %50 ile en yüksek oranda istismara uğrayanlar.). Akademi ABD’de ordudan sonra en yüksek taciz oranlarına sahip yapı, sanayinin önünde. Raporda bunun bir sebebi olarak güç hiyerarşisi ve kol kırılır yen içinde kalır bakış açısı veriliyor. Bu istatistiği tekrar okuyun: Fiziksel bilimler, mühendislik ve tıp alanlarındaki kadınların %20-50’si üniversitelerde cinsel tacize uğruyor. Olay çok vahim yani. (Sosyal bilimler için böyle bir çalışma var mı bilmiyorum.) Raporu hazırlayanların üniversite yöneticilerine verdiği bir tavsiye şu: Bizim kampüsümüzde taciz var mıdır yok mudur diye düşünmeyin. Kesinlikle vardır. Ne yapabiliriz diye düşünün.
Günümüzde üniversitelerde taciz olayları medyaya daha çok yansımaya başladı. Ama bazıları sadece konuya yakın olan küçük bir topluluk tarafından duyuluyor. Julie Libarkin adlı bir akademisyen, ABD’deki üniversitelerde ortaya çıkan cinsel suistimal vakalarını bir veri tabanında topluyor, şu anda listede 939 isim var (Türkiye’deki sistemi çok bilmiyorum, o yüzden daha içiçe olduğum ABD sisteminden bahsedeceğim). ABD’de üniversitelerdeki taciz olayları genellikle Title IX Ofisi denen üniversite birimleri tarafından sorgulanıyor. Bu aslında çok ilginç bir seçim, çünkü Title IX eğitim kanununda “ABD’de kimse cinsiyetinden dolayı, federal fonlardan destek alan yerlerde eğitim hakkından ve bu eğitimin faydalarından men edilemez” diyen madde. Bu madde, mesela, kadın spor takımlarının erkek takımları ile aynı imkanları almasını sağlayan kanun. 1990’larda ABD Yüce Mahkemesi bu maddenin cinsiyetinden dolayı tacize uğrayan kişileri de koruduğunu söylüyor. Eğer bir öğrenci okulda cinsel tacize uğrarsa, cinsiyetinden dolayı eğitimi engellenmiş, aksatılmış olur. Bu da Title IX kanununa aykırı. Tabii ki suç tecavüz gibi ağır bir suç ise polise gitmek mümkün. Fakat biliyoruz ki polis öyle her tecavüz suçunu iyice araştırmıyor (ABD’deki yasal krizlerden bir tanesi DNA testi yapılmamış tecavüz kitleri). Araştırsa bile mahkemeden beklediğimiz adalet çıkmayabiliyor (Bir öğrenciye tecavüz ederken suçüstü yakalanan bir Stanford öğrencisi sadece 6 ay nezarete gönderildi). Title IX incelemeleri mahkemeye çıkmaktan daha az stresli bir seçenek olabiliyor böyle durumlarda. Bu demek değil ki üniversite sistemi her zaman saldırıya uğrayanın yanında olsun. (Bu arada erkekler de tabii ki cinsel saldırıya maruz kalıyor. Fakat bu saldırılar çok yüksek oranlarda kadınlara yöneliyor.)
Bu bilgileri verişimin bir nedeni var. Bir taciz olayı ortaya çıktığında öncelikle bunun ortaya çıkması bizi şaşırtmalı. Title IX Ofisi üniversiteye bağlı bir birim ve ilk amacı üniversiteyi korumak oluyor. Mesela şu olağan bir şey: X Üniversitesi’nde bir hoca birçok öğrenciyi taciz ediyor. Üniversite bunları araştırıyor, doğru olduğuna karar veriyor. Normalde böyle çok kötü durumlarda hocanın kovulması mantıklı. Fakat ABD’de bir üniversite hocasının kovulmasına karşı alınmış çok derin ve güçlü önlemler var. Bir profesörü kovmak üniversiteyi yasal olarak birçok sıkıntıya sokabilir. Yasal bir işlem yapılmasa bile isimleri birçok şekilde negatif olarak anılacak. Peki ne yapıyor üniversite? Eğer hoca yaşlı ise, soruşturmayı kapatmak için emekli olmasını teklif ediyor. Eğer hoca genç ise başka bir yere gitmesini teklif ediyor. Ne soruşturma, ne kanıtlar hocanın dosyasına giriyor! En yakın zamanda bunun çok güzel bir örneği ortaya çıktı: Hikmet Budak. Montana Eyalet Üniversitesi’nden Illionis’de bir üniversiteye geçiş yapacakken hakkındaki rapor basına sızdı ve planları suya düştü. Basına sızmayıp okul okul gezen çok kişi var. Bunlardan en ünlüsü Nobel alacak gözüyle bakılan Dünya benzeri gezegenler araştırmacısı Geoff Marcy. Marcy 2015 yılında cinsel taciz suçundan Berkeley’den istifa etmek zorunda kaldı. (‘İstifa etmek zorunda kalmak’ ve benzeri ifadeleri bilerek kullanıyorum, çünkü bildiğimiz şekilde kovulan hoca yok denecek kadar az. Mesela Marcy bu olaylar basına yansımadan önce sadece uzaklaştırma cezası almıştı.) Öğreniyoruz ki Marcy Berkeley’e gelmeden önce 15 yıl çalıştığı San Francisco Eyalet Üniversitesi’ni de taciz suçlamalarından sonra bırakmış. Tabii ki, bu tarz anlaşmaların sıklığı konusunda güvenilir veri yok çünkü amaç gizlilik.
Kabul etmemiz gereken ikinci husus şu: Üniversiteler kadınları tacizden korumak için pek bir şey yapmıyorlar, ilk amaçları okulun adını korumak. Böyle olunca tacize uğrayan bir kadının sesini çıkarabilmesinin zorluğunu anlayın. Ki şu ana kadar bahsettiğim olaylar soruşturmaya giden olaylar. Soruşturmaya gitmeden, bölüm içinde üstü örtülenler de var. İsim korumak aslında üniversitelere prestijlerinden dolayı gelen parayı korumakla iç içe. Ünvanlı hocaların tacizlerinin ortaya çıkması bu yüzden çok çok daha şaşırtıcı. Çünkü yıldız hocalar çoğunlukla üniversiteye en çok araştırma fonlarını ve ödülleri getiren hocalar oluyor. İşte burda bana verilen tepkilere giriyoruz: Bilim insanını tacizci kişiliğinden ayrı tutarak yaptığı bilime mi odaklanmalıyız? Bu soruyu cevaplarken şunu hatırlamak gerekiyor: Bu insanların tacizleri bilim yaptıkları yerde oluyor; laboratuvarlarında, sınıflarda, konferanslarda. Taciz ettikleri kişiler de birçok kez bilime katkı sağlamaya çalışan, bilim insanı olmak için eğitim alan kadınlar. Hatta tacizcilerin bilimdeki başarıları onlara koruyucu bir perde sağlıyor.
Taciz kültürünü besleyen akademik güçler
Üniversitelerdeki taciz kültürü ve bu kültürün ne tür ortamlarda yeşerdiğini düşünmemiz gerekiyor. Bence buradaki en temel meselelerden biri güç. Profesörün öğrencilerine karşı, kendinden daha düşük kıdemdeki diğer profesörlere karşı ve üniversite yöneticilerine karşı sahip olduğu güç. Her bilim insanı aynı tür ve miktarda güce sahip olmayabilir. Fakat genelde tacizlerine ses çıkarılmayacağını düşünme sebepleri bir şekilde güç sahibi olmalarıyla alakalı.
Peki bu güç nereden geliyor? Geleneksel hiyerarşi bunun bir kaynağı. Kendimizden büyüklere, bizden yüksek kıdemdeki insanlara, özellikle eğitim öğretim ile uğraşanlara duyduğumuz bir saygı var. Bunun yanında en büyük güç kaynaklarından biri akademik hiyerarşi. Öğrenci-danışman ilişkisinde geleceğimizin kontrolünün yüksek oranda bir kişiye bağlanması çok büyük bir güç. Makale, tez yazmak için, referans mektubu almak için danışmanımıza ihtiyacımız var. Genç akademisyenlere verilen birçok ödül için doktora danışmanınızdan referans mektubu bekleniyor. Birçok taciz olayında görüyoruz ki hocalar bu gücü kötüye kullanıyor . Ayrıca bu güç dengesizliğinden dolayı tacize karşı ses çıkarmak da zorlaşıyor. Taciz edilen öğrencilerden çok duyulan bir serzeniş: “Bir şekilde doktoramı bitirip gitmek, kurtulmak istedim.” Kendinden yüksek seviyedeki kadınlara tacize ve türlü şiddete kalkışanlar olsa da çoğunlukla kendi güçlerinin altındakileri, yani gücünün yettiğini sömürüyorlar.
Profesörlerin sahip olduğu bir başka güç de aslında yaptıkları araştırmalara verilen değer ve bununla gelen ünvanları. Öncelikle şunu belirtelim: Bir insan hem çok kaliteli bilim yapıp hem de tacizci olabilir. Bu tacizcilerden birçoğu milyon dolarlık araştırma fonlarına sahip insanlar. Para her yerde olduğu gibi akademide de güç. Yaptıkları bilimin bu parayı hak etmediğini söylemiyorum kesinlikle. Fakat ellerindeki para ile gelen gücü üniversiteye karşı, suçlarını örtbas etmek için kullanıyor bu tacizciler. Çünkü biliyorlar ki üniversite onları okulda tutmak isteyecek. Birkaç doktora öğrencisi bölümü bıraksa ne olur? Milyon dolarları ve o para ile gelen prestiji kaybetmekle bu aynı değerde mi? Tacizciler biliyor bunu. Doktoramı aldığım University of Washington bir cinsel tacizciyi kovduğunu bildiğim tek okul. Bu tacizci Michael Katze. Katze’nin kovuluş haberlerinde bile okula getirdiği milyon dolarlara atıf yapılıyor. Bu adam 10 yıldan uzun süredir hakkında çok sayıda suçlamalar olan bir insan. Laboratuvara çok kez sarhoş olarak gelmiş, seks partneri olsun diye birini işe almış bir insan. Soruşturmayı yapanlara şunu diyebilme gücünü buluyor Katze: “Benim işim araştırma fonları elde etmek… Böyle saçmalıklar benim için önemsiz şeyler.”
ABD’de #MeTooSTEM ayaklanmasını başlatan BethAnn McLaughlin adlı bir akademisyen taciz suçları kanıtlanan bilim insanlarının devlet kurumlarından gelen araştırma fonlarının kesilmesi gerektiğini düşünüyor. Bunun akla getirdiği daha kapsamlı bir soru var: Cinsel tacizden suçlu bulunan bilim insanlarını akademik ortamlardan nasıl uzaklaştırmalıyız?
ABD’de birkaç bilimsel kurum, mesela Amerikan Jeofizik Birliği ve Ulusal Bilimler Akademisi, üyelik kurallarını yakın zamanda değiştirdi. Tacizden suçlu bulunan üyeler topluluktan atılacaklar. Bu tartışmalar o kadar ciddi ki Ulusal Bilimler Akademisi yıllarca tartıştı bu konuyu. Çünkü akademik ünvanların verdiği güç herkes tarafından biliniyor. Bilim insanları için bu güç sadece araştırma fonlarına ulaşımı kolaylaştırmıyor ayrıca onları taciz gibi suçlamalardan da koruyor. “XY şöyle iyi bir bilim insanı, sanmıyorum onlarca kadını taciz etmiş olsun” gibi cümleleri akademik çevrelerde duymak nadir değil. Medyada bile bir taciz vakası çıktığında her şeyden önce tacizcinin ünvanları, bilimsel başarıları, ödülleri sayılıyor. Niye? Geçenlerde ders videoları çok rağbet gören Walter Lewin’den bahsederken tacizci olduğunu unutmayalım diye bir mesaj attım Twitter’da. Gelen tepkilerin bir çoğu “bu adamın bilimsel yönünden bahsederken niye kişisel olan taciz kısmına giriyorsunuz,” yönünde idi. Bu soruyu o zaman gazetelere de sormak gerek: Taciz eden bir insanın bilime katkılarını niye bilmek zorundayız? “Bu adam neler neler yapmış, sen ne yaptın bilim için?” diye hatırlatılmak isteniyor diye düşünüyorum. Ki bu tarz söylemler taciz edilen kadınların doğrudan yüzüne de söyleniyor. (Hikmet Budak hakkında Worcester News gazetesinde çıkan haberin yorumlar kısmına bakmanızı tavsiye ederim.) Bize bu ünvanları sayarak güç merdivenindeki yerimizi hatırlatıyorlar bir nevi. Bilime katkın az ise, senden güçlü biri tarafından sömürülmen, istismara uğraman o bilim insanını kaybetmek kadar kötü bir şey değil.
Akademi dışındaki güç kaynakları
Buraya kadar saydığım güç kaynakları akademinin içinden akademisyenlere sunulan kaynaklar. Bunlara yer vermemin sebebi size bu insanların zaten ne kadar güce sahip olduğunu göstermek, bilimlerini ve başarılarını suçlarını hafif göstermek için nasıl kullandıklarına ışık tutmak. Aslında bir çoğumuzu ilgilendiren soru şu: Akademinin dışındaysak – ya da akademinin alt seviyelerinde veya tacizci ile alakası olmayan alanlarda isek- bizim bu güç kaynaklarının tasnif edilmesinde bir rolümüz var mı? Bu soru özellikle halk arasında popüler olan bilim insanları cinsel taciz suçlamaları ile karşılaştığında önem kazanıyor. Mesela Neil deGrasse Tyson ve Lawrence Krauss. Bu iki bilim insanının artık bilime yaptıkları orijinal bir katkı yok, daha çok bilim iletişimi yapmak ile ünlüler. Yani hitap ettikleri kitle halk. Hâl böyle olunca onlara güç veren de halk olarak hepimiz oluyoruz. (Burada Hollywood ve komedi dünyasında özellikle son senelerde ortaya çıkan taciz olaylarıyla benzerlik kurabiliriz. Düşüncem bu adamların güçlenmesinde izleyicileri olarak bize de bir pay düşmesi. Mesela Louis CK nasıl komedi ortamlarına geri dönebileceğini düşünüyor? Çünkü izleyici bulabilecek.)
Bu insanları da işin içine kattığımızda aldığım iki çeşit soru var: 1- Tacizci diye bir insanın bilimini gözardı mı edelim? 2- Bilimi büyük kitlelere sevdiren insanların taciz gibi kişisel hayatlarına giren olaylara niye odaklanıyoruz? Aradan çıkaralım: Kimsenin bilimini göz ardı etmek gibi bir imkanımız da isteğimiz de yok. Bilim ve bilgi insanlardan ayrı ve öte soyut kavramlar. Bir bilgi evrene salındığı anda orada yaşar. Fakat bu bilgi dışında bilim insanının kendisini tanrılaştırmak zorunda mıyız? Bu adamlara saygı ve şöhret borçlu muyuz? Burada verebileceğimiz çok yerinde ve içler acısı bir örnek var. James Marion Sims adlı doktor modern jinekolojinin mimarı olarak anılıyor. New York’ta anısına dikilmiş bir heykel vardı yakın zamana kadar. Fakat Sims bütün deneylerini siyahi köle kadınlar üzerinde, onların iznini almadan ve anestezi kullanmadan yapmış. Bu kadınlara yaptığı eziyet akla hayale sığmayacak bir gaddarlık. Tabii ki Sims’in deneyleri sonucu edindiği bilgileri yok saymak olamaz. Fakat bu adam için hâlâ heykeller dikmek zorunda mıyız? Aynı şekilde, bilimsel kavramları sade bir şekilde anlatan tacizci insanlara reyting vermek zorunda mıyız? Bu sorulara cevap vermeden önce şunu sormamız gerek: Yaptıklarımızla bu tacizci insanların güç kazanmalarına ya da güçlerini ellerinde tutmalarına yardımcı oluyor muyuz ?
Güç kavramına odaklanmamın sebebi ağları çok geniş ve derin bir yapı olması. Çoktan ölmüş olan kişilere bile atfedebileceğimiz bir kavram bu. Birçok insanın güçlü olma isteği öldükten sonra bile isimlerinin yaşaması arzusundan da geliyor. En çetrefilli kısmı ise, güçsüz olduğunu düşünen kişilerin bile bir şekilde başkalarını güçlendirme yetisine sahip olması. Bir videosunu paylaştık diye zaten çok ünlü olan Walter Lewin’e ne gibi bir güç verebiliriz? Aynı şekilde ismi kendinden önde yürüyen Tyson bizim bir twitimize mi muhtaç? Ve o twiti atarsak bizim gibi ismi bilinmeyen kimselerin ne gibi bir gücü olabilir bu konu hakkında? Güçsüz olduğumuza inandığımızda sorumluluğumuz da olmuyor. Bence ilk yapmamız gereken bu gibi konularda kendi payımızı görmek. Bir akademisyen okula getirdiği paralardan ve ödüllerden nasıl güç alıyorsa, bilim iletişimi yapan insanlar da takipçilerinden o gücü alıyor. Bu konuda güç sistemi bizleriz ve bu insanların tacizlerini “kim ne diyebilir ki!” düşüncesi ile pervasızca yapmasında bizim de katkımız var.
Burada bir soluklanalım. Tabii ki birçoğumuz bu insanların tacizlerini ulu orta dökülmeden bilmiyoruz. Bilmemek ayıp değil. Burada söylediğim her şey bu tacizleri öğrendikten sonra ne yaptığımızla ilgili. Ölmüş bilim insanlarına geri dönersek, bir konuya vurgu yapmak istiyorum. Tacizleri, ırkçılıkları, suistimalleri ortada olan insanlara övgüler düzmemizin sadece gereksiz olduğunu düşünmüyorum, bu ayrıca tehlikeli de. Böyle yaparak şu andaki bilim insanlarına “taciz, tecavüz ne yapsan önemli değil, yeter ki Nobel Ödülü almış ol” mesajı vermiş oluyoruz. Toplum olarak gücümüz burada: Yıllarca bu insanlara verdiğimiz bilinçaltı (ve bazen üstü) öneriler ve pohpohlamalar. Kendimizi, ailemizi, arkadaşlarımızı, toplumumuzu düşünerek sormamız gereken bir diğer soru da şu: Tacizi kanıtlanan bir insanın, buna rağmen para, şöhret ve güç kazanmasına nasıl vesile olabiliyoruz?
Yaptığımız bir başka yanlış da bu insanlara küçük büyük ayrıcalıklar tanımak. Mesela yaşlı (bazen hayatta olmayan) tacizciler için en çok kullanılan mazeret: “Onun zamanında kültür başkaymış.” Değişik kurallarımız var bu adamların tacizleri için. Yaşlı hocalar eposta kullanmayı öğreniyorlar, ama kadınları taciz etmemeyi öğrenmelerine gerek yok, o kural farklı. Feynman gibi çoktan göçmüş gitmiş isimlere de bu mazeret kullanılarak laf kondurulmuyor. Fiziğe yaptığı katkıdan dolayı ve ona hürmeten kadınlara yaptığı kötülüklerden bahsetmemiz istenmiyor. Feynman gibi insanların şöhretlerini suçlarından ayrı tutmak gibi bir ayrıcalıkları var ve bu ayrıcalığı onlara biz veriyoruz. Bir de tabii ki bu işin bir parçası olan, ama buraya sığdıramayacağımız, patriyarkanın de yeri var bunda: Bu adamlara verilen güç ve ayrıcalıklar kadınlara verilir miydi? Bu soruyu başka bir yere ve zamana bırakalım.
Bilimden dışarı itilen kadınlar
Tacizcilere verdiğimiz güçten sonra bir de madalyonun diğer yüzüne bakalım istiyorum. Bu tacizciler akademi ve bilimin gücünü kimlerden çalıyorlar? Ve de biz bu gücü kimlerden esirgiyoruz? Bunun cevabı kısa ve net: kadınlar. En önemlisi de bir de bu kadınlar tacize uğruyor ve hayatları altüst oluyor. Şu soruları sormak sorumluluğumuz diye düşünüyorum: Maruz kaldıkları tacizlerden dolayı bilim dünyasından dışarı itilen kadınların bilime katkısı ne olabilirdi? Bu yüzden bilimin ilerlemesi yavaşlamış olabilir mi? Kadınların bilime katılımının engellerinden biri de maruz kaldıkları tacizler değil mi? (Tacizcilerini görmemek için bazı konferanslara gitmeyen kadınlar biliyorum. Kariyerleri de etkileniyor tabii ki.) Bilim çevrelerinde de sık sık dile getirmeye başladığım bir bakış açım var bu konuda. Bu tacizci insanların bilime harika katkıları bile olsa ben şahsen bilime hiç girmemelerini tercih ederdim. Çünkü bilim insanı olmak için çabalayan kadınların taciz edilmesini görmektense bir keşif için 10 yıl beklemeyi tercih ederim. Ki bu her zaman bekleyeceğimiz anlamına da gelmiyor. Belki de bu adamların bilimden itemedikleri bir kadın yapacak o keşfi. Bu insanlar nadir beyinler değil, bilimi yapan elbet çıkar.
Bu sorular aracılığı ile ortaya çıkan pratik bir tartışma konusu da var: Cinsel suistimal akademik çalışma suistimali ile eş tutulmalı mıdır? Amerikan Jeofizik Birliği bu konuda çok net. Eğer bir bireyi akademiden dışarı itecek davranışlarda bulunuyorsanız bilime negatif etki yapıyorsunuz ve bu yalancı veri kullanmak ile aynı seviyede bir suç. Ne yazık ki her bilimsel kurum onlar gibi güçlerini kadınların lehine kullanmayı önemli bulmuyor. Mesela Caltech’de cinsel taciz vakalarından dolayı 2016 yılında ayrılmak zorunda kalan Christian Ott adlı bir astrofizikçi vardı. Cinsel taciz haberleri ortaya çıkınca öğreniyoruz ki 2012 yılından beri Ott’un grubundan sekiz öğrenci ayrılmış. 4 yılda sekiz doktora öğrencisi bir sebepten ayrılıyor, okuldaki hiçkimse “bir sorun mu var acaba bu grupta?” demiyor! Halbuki kıdem atlama raporlarında bunlara lafta bakılıyor. Ama adam yıldız olunca öğrenci yetiştirmese de olur, diyorlar herhalde.
Tacizci bir bilim insanının biliminden bahsederken aynı zamanda, aynı cümle/ paragraf/ twit içinde tacizinden de bahsetmemiz gerekli.
Bunun bir nevi toplumsal sağlık/korunma hizmeti olduğunu düşünüyorum. Özellikle bu insan hâlâ o gücü elinde tutuyorsa. Mesela, akademik olsun, medyatik olsun, işinden kovulmamış ise (Şunu kesinlikle unutmayın: Akademik bir tacizci işinden atılmadı diye aklanmış demek değildir.). Bu davranış öncelikle taciz edilen kadınlara karşı bir saygı duruşu. “Bu adam sizin öğrenme, bilime katkı sağlama hakkınızı elinizden aldı, bize evrenin gizemlerini öğretti diye size yaptıklarını unutacak değiliz” demek. O tacizci bilim insanına tacizini ünvanlarından ayırma rahatlığını yaşatmamamız gerekiyor. Çünkü bu, ona ve onun gibi diğer kişilere taciz yapma rahatlığı verir.
Tacizci kişilerin tacizlerini bilimleri ile eş zamanlı anmamız gelecek nesillere karşı da sorumluluğumuz. Bilim çığırtkanlığı yaparken en çok düşündüğüm konulardan biri şu: Parçacık fiziği şöyle güzel böyle güzel diye bağırırken ya heves ettirdiğim bir kadın bu alana gelir ve tacize maruz kalırsa? Erkek bilim iletişimcilerinin bu konuya çok odaklandığını sanmıyorum, en azından internette karşılaşmıyorum. Ama benim aklımdan çıkmayan istatistik yazının başında bahsettiğim sayı: Bilim, mühendislik ve tıp alanlarında lisans ve yüksek lisans öğrencilerinin %20-50’si cinsel tacize uğruyor. Bu istatistiği bilen bir insan olarak benim tek amacım bilime daha çok kadın gelmesini sağlamak olmamalı. Ayrıca bu ortamı onlar için güvenli kılmalıyım. Burada bilim iletişimi yapan tacizcilere ayrı bir öfke duyuyorum. Düşünsenize: Walter Lewin çok iyi dersler verdiği için kadın erkek herkesi (online) derslerine çekiyor, sonrasında da kadınları (online) taciz ediyor. Bunu bilen biri olarak duymamış olanlara duyurma sorumluluğunuz yok mu? Lewin şu anda ders verecek konumda olan biri değil. Ama şöyle bir örneği ele alalım. Diyelim ki fısıltı gazetesi ile kulağınıza çok ünlü ve başarılı bir hocanın öğrencilerini taciz ettiği geldi. Bir kadın öğrenciniz de bunu bilmiyor ve o adamla doktora yapmak istiyor, sizin fikrinizi soruyor. Öğrencinize ne tavsiye edersiniz? Bu etrafımdaki kişilerden duyduğum, insanların başına gelen bir örnek. Yakın olduğum astrofizik çevrelerinde konferanslara giderken kulaktan kulağa dolaşan “şu adamla kesinlikle bir odada yalnız kalma” listeleri var. Taciz edilme ihtimali olan biri olarak o adamın yaptığı bilim ile tacizci kimliğini ayıramıyorsunuz.
Beni bazı geceler uykusuz bırakan şeyler bunlar. Açığa dökülmemiş, sadece kulaktan kulağa duyduğumuz o kadar çok tacizci isim var ki! Ben bilim insanı olmak isteyen kadınları onlardan nasıl koruyacağım diye düşünürken, yüzlerce, binlerce, milyonlarca insanın tacizci eylemleri sereserpe ortalıkta olan insanlara laf kondurmamasını hafsalam almıyor. Bilim çevrelerinde taciz kültürünün bitmesini istiyorsak bu insanlara verdiğimiz güçleri gözden geçirmemiz gerek.
Ana görsel: Golnaz Fathi, Sayılar, 2013. (Third Line Gallery)
*bu yazı 5harfliler.com sitesinden alınmıştır.