DerlediklerimizÜniversiteYazılarımız

Boğaziçi’nin coşkusuyla kadınlara umudu hatırlatmak için sokaklardayız!- Damla Arık& Zelal Baydemir

“Zorbalığın olduğu yerde her şey bir zincirin halkası

Veba gibi dört bir yandan sarar seni olursun sen de zorbalığın bir parçası” Gyula İlles

Zorbalığın bir parçası olmamak için Saraydan gelen emirle Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör olarak atanmasına karşı, 4 Ocak’tan bu yana eylemler sürüyor. Protestolar, önce diğer üniversitelerdeki kayyum rektörlere karşı ardından AKP’nin 19 yıllık iktidarı boyunca toplumsal alanın tümüne yansıttığı kayyum zihniyetine karşı yan yana gelişleri örgütledi. Melih Bulu’nun da diğer atanmış rektörler gibi kendisini erkek egemenliğiyle var etmesi direnişin içerisinde kadınları ve LGBTİ+’ları toplumsal ve politik taleplerin ortaklığıyla özneleştirdi. Üniversitenin içinde veya dışında olan eylemlerde kayyuma karşı büyüyen direnişin kadın hareketinin yıllardır erkek şiddetinin karşısında geliştirdiği deneyimlerin izlerini taşıdığını hatta bunun eylemlerin genel karakterine sirayet ettiğini söylemek mümkün. Tam da bu nedenle Boğaziçi direnişi AKP-Saray iktidarının verdiği kararları sorgulayan yanıyla tüm memleketi saflaştırmakla kalmadı. Aynı zamanda erkek-devlet şiddetine, LGBTİ+fobiye karşı kimliklerin, renklerin, farklılıkların hareketi yani üniversitenin ve memleketin tüm dinamik öznelerinin bir özsavunma hareketi haline geldi.

İktidarınız ne sarsılmaz ne de sorgulanamaz değil!

Erkek-devlet şiddetinin iktidar eliyle temsiliyetini kampüslerde sürdüren kayyum rektörler atandıkları ilk anda LGBTİ+ ve kadın araştırmaları kulüplerini kapatarak, kampüs içerisinde muhalif her türlü etkinliği yasaklayarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini doğrudan hedef alan yaptırımlar uygulayarak karşımıza çıkıyor. Ne yazık ki Melih Bulu ‘da kayyum olarak atanmasının ardından şaşırtmadı ve ilk icraatı BÜLGBTİ+ kulübünü kapatmak, BÜKAK’a saldırmak, ana akım medyada sistematik bir şekilde LGBTİ+fobik söylemler üretmek oldu. Bu tarzın tüm üniversitelerdeki rektörler tarafından ortak tutum haline gelmiş olması elbette rektörlerin iktidarın doğrudan bir uzantısı haline gelmiş olmasıyla ilişkisi var. Ancak yalnızca bununla açıklanmamalıdır. Aynı zamanda yapılmaya çalışılan üniversitede birçok farklı toplumsal sınıf ve yapıdan bir araya gelmiş genç insanların yan yana gelişini nefret ortamıyla engellemektir. Boğaziçi direnişinin iktidar ve onun temsilcileri arasında bu denli öfkeye yol açmasının nedenlerinden biri de yaratılmak istenen bu nefretin aksine renklerimizle varız, var olacağız diyen kadınlarla, LGBTİ+’lar olmuş oldu. Eril tahakkümün bir ürünü olan kayyumluğa karşı direnişin sesi de bu birliktelikten memlekete yayılmış oldu. Diyanetinden, YÖK’üne, Bakanlıklarından eğitim müfredatına kadar her alanda gerici, homofobik, kadın düşmanı politikaları uygulatmaya çalışan, ancak tüm uğraşlarına rağmen kendisini kabul ettiremediği üniversiteli kadınlar ya da heteronormatif kalıplara sığmayan farklı cinsel yönelimleriyle varlığını sürdüren özneler iktidarın sınırlarını aştıkları için tehdit olarak algılanıyor. AKP iktidarının “sarsılmaz, sorgulanamaz” otoritesinin karşısında tutuklamalarla, ev hapisleriyle, gözaltılarla sindirilemeyen gerçek bir güç olarak karşısına dikilmeye devam ediyor.

AKP’nin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik, erkeklik krizlerinin halkta biriktirdiği öfke kendisini “Boğaziçi memlekettir!” söylemiyle açığa çıkardı. Bu söylem üzerinden toplumsal muhalefetin bütünleşmesi ve herkesin gündemine üniversitenin oturmasıyla, AKP sürecinde neoliberal-patriyarkal dönüşümünün en uç noktalarını gerçekleştiren üniversiteler için yeniden tartışma süreci başladı. Toplumun bilgi üretim merkezi olan üniversitelerin toplumu şekillendirecek yer olması, üniversitelilerinde toplumsal sorunlara karşı kendine biçtiği sorumluluğun bu yer tanımından gelmesi özerk-demokratik üniversite mücadelesini tekrar alevlendirdi. Üniversitenin tüm bileşenlerinin söz, yetki ve karar aşamalarında aktif rol aldığı, sermaye yararına değil bilimsel bilgi üretiminin gerçekleştiği üniversite talepleri yükselirken Boğaziçi direnişine kendi politik taleplerini katan kadınlar ve LGBTİ+’lardan da yeni olmayan ancak son direnişle birlikte sivrilen talepler yükselmeye başladı. Kampüslerin kadınlar ve LGBTİ+’lar için erkek şiddetinin karşısında güvenli alanlara dönüşmesi, bilgi üretim süreçlerinin eril tahakkümden çıkması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin üniversitenin tüm alanlarında sağlanması, yani üniversitenin erkek egemen işleyişini yok etmesi taleplerini sıralayabiliriz. Bu taleplerin her biri de üniversitenin mevcut halinden sıyrılıp bir feminizasyon geçirmesiyle yani özerk-demokratik üniversite mücadelesinin yanına feminist üniversite mücadelesinin eklemlenmesiyle gerçekleşebilir. Tam da üniversite tartışmalarının yeniden yapıldığı yerden bakacak olursak toplumu şekillendiren yeri üniversiteler olarak tanımladığımızda feminist üniversite mücadelesini de toplumun feminist inşası olarak tanımlayabiliriz.

8 Mart’a giderken; kayyumların kampüste temsiliyetini yaptığı erkek-devlet şiddeti ile üniversiteyle sınırlı kalmayan hayatlarımızın her alanında maruz bırakıldığımız erkek şiddetinin aynı motivasyonun ürünü olmasıyla ve kadınların özgürlüğüne karşı uygulanan sistematik işgal çabalarıyla bir kez daha gördük ki feminist bir dünya için feminist üniversite mücadelesini büyütmek, yükseltmek adeta bir görev niteliği taşıyor. Bu nedenle kadınlar ve LGBTİ+’lar kayyumlara, mobbinge, akademide mansplaininge, akademide görünürlüklerinin azaltılması amacıyla maruz bırakıldıkları ayrımcılıklara karşı direnişi örgütlemeleri gerekiyor. Bunun güncel somut örneği olan kadın üniversitelerine karşı ortak bir mücadele zemini oluşturmak bu ortaklığın verdiği dinamik ve motivasyonla tüm barikatlara karşı varlığımızı, kampüsleri ve memleketi savunmak kaçınılmaz. 2021 yılının 8 Mart’ında kayyumşahlara, kadın üniversitelerine, LGBTİ+fobiye, iktidarın “makbul kadın” sınırlamalarına karşı feminist üniversite mücadelemizle alanları dolduralım. Hem tüm üniversiteli kadın ve LGBTİ+’ların hem de toplumun diğer alanlarında erkek-devlet şiddetinin hedefi olmuş tüm kadınların sesi olmak ve haklı taleplerimizi haykırmak için feminist isyanımızla, 8 Mart’ta alanlarda buluşalım. Daha söyleyecek sözü olanlar, patriyarkadan alacaklılar olarak Boğaziçi tutuklusu Şilan’ın 8 Mart mesajını tüm hepimiz bilincimizle ve yüreğimizle hatırlayalım:

8 Mart’ta attığınız tüm sloganlar benim de kulağımda çınlayacak. Alanlarda, sokaklarda, meydanlarda ama en çok da İstiklal’de tüm kalbimle sizinleyim. Aşağıya bakmayan, susmayan, korkmayan, itaat etmeyen bütün kadınlara sonsuz sevgilerimle selamlar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir