DerlediklerimizTersine Dünya

Atina’da mahalle direnişleri ve feminist hareketin yeniden yükselişi – Özlem G.

Atina’da feministlerin kendi örgütleri içindeki cinsiyetçilik problemlerini dile getirmeye başlamasıyla Yunanistan’ın diğer bölgelerindeki –Selanik, Girit, Midilli vb.- feministler de hareketleniyorlar. Hemen öncesinde ise bir kısım LGBTİ ve Queer gruplar kendilerini liberallerden ayırarak antikapitalist söylemler üretmeye başlıyorlar. Feministlerle böylece buluşuyorlar.

2008 ekonomik krizinden sonra Avrupa Birliği politikalarının en acı reçetesinin çıkarıldığı Yunanistan o tarihten bu yana ciddi bir ekonomik ve politik sınav veriyor. İlk olarak Almanya’daki Yunanistanlılardan duyduğum “Avrupa” yakıştırmasının, onlara has olmadığını ancak Atina’ya varınca anlıyorum. Bir öfke ya da aşağılama kelimesi olarak “Avrupalı”yı ilk kez duymak önce kafa karışıklığı yaratsa da detayını sordukça daha iyi anlıyorum. 2008 krizinden sonra Yunanistan’a getirilen ekonomik yaptırımlar nedeniyle Yunanistan halkı, Almanya vb. AB başat ülkelerini “Avrupa” diye anmaya başlıyor. “Sömürgeciler” anlamında elbette ve Avrupa medeniyetinin köklerini Yunan ve Roma medeniyetlerine dayandırdığını hatırlayınca Yunanistanlıların kendilerini onlardan ayırması, tahayyül sınırlarını zorlayan, bir o kadar da komik bir ifadeye dönüşüyor. Düşündükçe eğleniyorum! İlk olarak Berkin Elvan’ın fotoğrafını, yine Berkin gibi 15 yaşında polis tarafından öldürülen Alexis Grigoropoulos fotoğrafıyla birlikte sokaklara asmalarıyla ismini duyduğum Atina’nın Exarcheia mahallesi, 2008’den bu yana durmaksızın mücadeleye devam ediyor. Aslında Exarcheia’nın direniş geleneği çok daha eskilere dayanıyor. Entelektüel ve politik aktivitelerin merkezi olan mahallede bulunan Politeknik Üniversitesi’nde, 14 Kasım 1973’te askeri cuntaya karşı başlayan eylemler 40 sivilin polis tarafından öldürülmesiyle sonuçlanıyor. Bu olaya gelen tepkiler üzerine Üniversite Özerkliği düzenlemesi yapılıyor ve polisin üniversite kampüslerine girişi yasaklanıyor*. Fotoğraflarda da göreceğiniz gibi üniversitenin her yanı direnişin tarihini anlatan grafiti müzesi gibi. Alışkın olmayan bir göze çirkin gelebilecek bu yazılamalar bana Fransa’nın Paris 8 Üniversitesini hatırlatıyor. Her iki okul da direnişin, kendi tarihinin izleriyle dolu. Hemen ardından, gözümün önüne Berlin’deki okulum geliyor. Sterilliği ve lükslüğü beni güldürüyor. Duvarlarında John F. Kennedy’den başka kimsenin fotoğrafı yok. Almanya’da 70’li yıllarda öğrenci hareketlerinin en önemli merkezlerinden biri olan üniversitemde bu döneme dair tek bir iz yok. Zaten artık bu okulda öğrenci hareketi de yok. Akla “adamlar yapmış” gelmesin hemen. Almanya’da üniversitelerdeki sorunlar muhtemelen 70’li yıllardakinden de fazla. Ancak buna dair aksiyon alan kimse –neredeyse- yok. Kuzey Avrupa ülkelerinin çoğunda ortalama vatandaş, Fransızların sürekli greve gitmesini fıkralara konu edecek kadar aşağılıyor. Kimi solcular bile içinde yaşadıkları düzeni o kadar içselleştirmişler ki mesela Almanya’da akademisyenlerin sendikalaşmamış olması onları rahatsız etmiyor. Akademide prekaryalaşmanın çok ağır olduğu bir ülkede iş güvencesi gibi basit bir haktan yoksun olarak çalışmayı yadırgamayan insanlar Fransızları her şeye yerli yersiz isyan etmekle suçlarken, hatırlarsınız, 2008 krizinde Akdeniz ülkelerini az çalışmakla itham etmişlerdi. Oysa aşağıdaki OECD resmi rakamlarından göreceğiniz gibi AB ülkeleri arasında yıllık çalışma saati ortalamasının en düşük olduğu ülke Almanya. Kaynak: https://data.oecd.org/emp/hours-worked.htm Atina Politeknik Üniversitesi’nden çıkıp “bizim mahalle”ye geri dönecek olursak: Exarcheia’nın bir başka özelliği de kullanılmayan binaların işgal edilerek politik gruplar ve mültecilerce yaşam alanına dönüştürülmesi. Mahallenin sürekli polis baskısı altında olmasının önde gelen sebeplerinden biri bu işgal geleneği. Syriza döneminde kimi mekânlar kapatılıyor. Ancak mahalleli bu kapatmaların sembolik olduğunu, polis çekildikten sonra işgal evlerinin yeniden kullanıma açıldığını belirtiyorlar. Temmuz 2019’da yapılan seçimlerde Syriza seçimleri kaybederken, hem Exarcheia’yı “temizleyeceğini” hem de üniversite özerkliğini kaldıracağını seçim propagandası yapan Yeni Demokrasi lideri Kyriakos Mitsotakis başa geliyor. Syriza döneminde solun çekimserleştiğini ve iktidarı eleştirmekten geri durduğunu belirten kimi gruplar yeni iktidarın muhalif hareketleri yeniden canlandıracağını belirtiyorlar. Bu arada yeni hükümet Exarcheia’daki kimi işgal evlerini çoktan kapatmakla kalmamış kapılarına duvar örmüş. Yeni hükümetle asla teslim olmayan Exarcheia’nın mücadelesinin nelere gebe olduğunu önümüzdeki günlerde sanırım daha net görebileceğiz. Prosfygika: Mültecilerden mültecilere, hoşgeldiniz! Exarcheia’yı gözlemlemek için çıktığım bu yolculukta, Prosfygika’lı dostlarımız olmasa bunca insanla tanışıp toplantılara katılamazdım. Daha da önemlisi, hikayesi Exarcheia’dan daha ilginç olan Prosfygika’da vakit geçirme şansım olmazdı. Sadece üç günde bana “toprağım” duygusunu yaşatan dostlara teşekkürler. Mahallede bir eve girip de merhaba der demez önümüze gelen karışık kızartmanın ve gözlerimden yaş getiren acı biberin tadı hala damağımda…   Sekiz blok binadan oluşan Prosfygika, Kurtuluş Savaşı’nın ardından Türkiye ile Yunanistan arasındaki nüfus mübadelesi sırasında Yunanistan’a gönderilen Rum nüfusu için inşa ediliyor. Uzun süre Rum nüfusa ev sahipliği yapan bu küçücük yerleşim, Naziler Atina’yı işgal ettiğinde en son teslim olan yer olması itibariyle Atina’da saygıyla anılıyor. Binalarda Nazilere karşı verilen mücadeleden kalan kurşun, şarapnel vb. izleri halen görmek mümkün. Bugün ise binalarda dünyanın her yerinden mülteciler yaşıyor. Bir işgal mekânı olan Prosfygika’nın bir yanında Yüksek Mahkeme, diğer yanında Attica Emniyet Müdürlüğü, karşısında ise artık kullanılmayan Panatinaikos stadyumu bulunuyor. Demem o ki, bunca kamu binasının ortasında sarı ve dökülen duvarları ile Prosfygika, mübadeleden savaşa, mültecilerden topraksızlara, insan türünün her tür pisliğinin postalı altında ezilen ve her şeye rağmen direnen halkların bayrağı gibi dalgalanıyor. Binalar, anıt statüsünde olduğundan bir nevi dokunulmazlığı var. Ayrıca Prosfygikalıların kurduğu dernek ve kolektif direniş kültürü sayesinde buradaki yaşam devam ediyor. Önde Nazi direnişine katılanlar için dikilen anıt, arkada kolektif kafe. Yine de sıklıkla ırkçı saldırıların nesnesi olan Prosfygika’nın, Yüksek Mahkeme’de aşırı sağcıların yargılandığı bir duruşma sonrasında maruz kaldığı saldırıya direnişlerini şu videodan izleyebilirsiniz:   Prosfygika sakinleri, dernek kapsamında kolektif kafe ve ekmek fırını işletiyorlar. Haftalık toplantılarında kolektif yaşama dair düzenlemeleri ortak görüş/ konsensus ile kararlaştırıyorlar. Dernek, bölge sakinleri için dil kursu düzenlemenin yanı sıra, kolektif olarak işgal edilen alanların yeni gelen mültecilere tahsis edilmesi, ortak pazar alışverişi, eylemlere katılım gibi çok sayıda işi planlayıp gerçekleştiriyor. Yeni bir feminist kolektif: Kamia Anohi Yazı yazmak amacıyla çıktığım yollarda hep yaptığım gibi bu kez de Atina’da –neredeyse- önüme gelene feministlere nasıl ulaşacağımı sordum. Birkaç kişiyle iletişime geçtikten sonra sonunda Prosfygikalı çiğköfteci Apo ağabeyimiz bana sevimli bir cadının ve sıklıkla takıldığı mekanın adını verdi. Cadı, benim onu orada beklediğimi bilmeden giriyor mekana. Bir sanatçının ahşaptan yaptığı, aslında bir enstrüman olan, aynı zamanda üzerine oturulabilen “tahtıyla” masamıza “edepsiz” gülüşler saçarak geliyor. Kendimi tanıtıyorum. Uzo eşliğinde başlıyoruz sohbete. Atina’da feministler sokak hareketi olarak üç yıl önce bir araya geliyorlar. Syriza’nın seçilmesi solun geri çekilmesi ile sonuçlanırken feminist hareketi güçlendiren etkenlerden biri oluyor. Solun kendi içine dönmesi ile hareketin içindeki kadınlar cinsiyetçiliği kamusal alanlarda dile getirmeye başlıyorlar. Ayrıca, küresel feminizmdeki güçlenme Atina feministlerini de cesaretlendiriyor.
Dava takibi, bilgilendirme, dayanışma partileri, cinsiyetçi dille yazılmış haberlerin yeniden yazımı gibi eylemlere girişirlerken küçük cadımız Yunanistan medyasının cinsiyetçi dilini nasıl gözden geçirmek zorunda kaldığını gülerek aktarıyor. “Kadın katliamı (femicide)” kelimesi 2019’da ana akım medyanın lugatına girmiş bile! Bu kavramı medyaya dayatmak için de eylemin ismine “Kadın Katliamına Karşı Açık Toplantı (Open Assembly Against Femicide)” diyorlar. Ben de üç yıl gibi kısa bir sürede medyada böyle bir dönüşümü sağlayabilmiş olmalarını şaşırarak ve üzülerek dinliyorum. Türkiye medyasında da cinsiyetçi dil konusunda iyileşmeler olsa da ana akım medyada kadın düşmanı ifadeler halen gırla… Elbette Hindistan ya da Arjantin’de olduğu gibi Türkiye’deki feminist mücadele de daha sert ve uzun soluklu olmak zorunda!.. Eylemlerde renkli pankart ve duvar yazılamalarını etkili kullanmak için atölyeler düzenlediklerini anlatırken Şili’deki dava takibi ve feminist direnişin ya da Uluslararası Kadın Grevi’nin kendilerini nasıl heyecanlandırdığına ve esinlendirdiğine değinmeden geçemiyor. Ulus-aşırı feminist ağlar ile bağlantılar kurarak tavsiye alıyorlar (en sevdiğim kısmı burası ayyy). Fransa’daki feministler eylem sırasında çok renkli döviz kullanmalarını tavsiye ediyorlar. Eylemlerde görünürlükleri artarken antikapitalist hareketten “yürüyüşlerinizi seviyoruz çünkü çok renklisiniz” gibi yorumlar geliyor. Sözün özü diyor bizim cadı, “yaratıcılık bizi birleştiriyor…” Toplantıları erkeklere açık yaptıklarından bahsediyor daha sonra. Şaşırıyorum. Erkek katılımının hiçbir zaman yüzde 10’u geçmediğini ve “katılabilirsiniz ama asla toplantıyı domine etmeden” şartını koyduklarını ekliyor. Toplantılara katılan hetero erkeklerin sayısı da zaten zamanla yok sayılacak kadar aza inmiş. (Daha önemli işleri vardır elbette!) Toplantıları dışa açık yapmalarını herkesin kapalı politik gruplarının olmasıyla açıklıyor. Yani tartışma konularının tamamı dışa açık. Toplantıya katılanların sayısı nadiren 200 kişiye ulaşırken çoğunlukla 20 kişi ile sınırlı kalıyor. Avrupa’da yaygın olan anarşist örgütlenme biçiminin –konsensus ile karar alma vb.- pratik hayatta nasıl işlediğini sorduğumda, toplantılara sürekli katılanların zaten bir süre sonra sabitlendiğini, bu nedenle karar almanın sorun olmadığını belirtiyor. Türkiye’deki feministlerden esinlenerek feminist bando kurma, dünyadaki feministlerden güç alarak ilk uluslararası feminist konferansı düzenleme planlarından gözleri parlayarak bahsediyor. W.E.B. Du Bois’in “20 yy. siyahların yüzyılı olacak” demesi gibi biz pek çok feminist, 21 yy.’ın kadınların yüzyılı olacağını belki on yıl önce söylemiştik. Ama ben bu denli bir ulus-aşırı dayanışmanın mümkün olacağını tahayyül edememiştim. Bizim cadının gözleri gelecekten bahsederken parladıkça benim de yüreğim heyecanla çarpıyor. 2019 Haziran’da meclise gelen ve tecavüz yasasını kadınların aleyhine çevirebilecek tasarı yapılan yoğun protestolar sonucu değişiyor ve son anda “rıza” şartı yasaya ekleniyor. Böylece Yunanistan AB’nde “rıza” şartını yasallaştıran 12. ülke oluyor. Exarcheia’da yapılan son eylemlerden biri mahalledeki politik hareketlerdeki cinsiyetçiliğe karşı oluyor. Politik gruplarda yer alan kimi kadınlar kendilerini feminist olarak tanımlamıyorlar ve kendi gruplarındaki erkekleri savunuyorlar. Sol ve anarşist grupların feminist hareketi dışardan etkileme çabalarına karşı Atinalı feminist oluşum, bağımsızlık vurgusunu sürekli tekrarlamak zorunda kalıyor. Sol ve anarşist gruplardan görüştüğüm kimi erkekler de Exarcheia’nın maço ve kadına karşı erkek şiddetini görmezden gelen tavrını doğruluyorlar. 2016 8 Mart’ında yaklaşık 50 kişilik karma bir grup sokağa çıkarken eylemde çoğunlukla Kürt Kadın Hareketi ve Yunanistan anarşist hareketi yer alıyor. Eylemdekilerin yarısının erkek olduğunu ekliyor. İstanbul 8 Mart’ından etkilendiklerini vurgulayarak 2017 8 Mart’ında çoğunluğu kadınlardan oluşan yaklaşık 1000 kişinin eylem yaptığını belirtiyor. Böylece o dönem başta olan Syriza’nın kadın milletvekilleri feminist harekete desteklerini dile getirmeye başlıyorlar. Bir başka deyişle, feministlerin sokaktaki varlıkları hükümet, ana akım medya ve muhalif grupları kadınların taleplerini görmeye zorlamış. Tecavüz davalarından sınır dışı edilmeye çalışılan mülteci kadınlara, birçok davayı takip ettiklerini anlatıyor. O gün bahsettiği sınır dışı edilmeye çalışılan İranlı bir kadının davasının biz görüştükten iki gün sonra kazanıldığını öğreniyorum. Yani Yunanistan, İran’da salt kadın olduğu için cezaya çarptırılan bir kadını iade edemiyor. Dava, feministlerin takibinin de katkısıyla kazanılıyor. Bir başka dava için feministler, kendisine saldıran erkeği öldüren kadının meşru müdafaa yaptığına dair bildiri yayımlıyorlar. Duruşma sırasında savcı, bu bildiriyi okuyor ve sonuçta kadın beraat ediyor. Savcı elbette genç bir kadın. Yaşlı bir erkek savcının böyle hareketler yapacağı günlerin gelmesi dileğiyle… Diğer yandan, sol gruplar kadar sağcıların da feministleri sürekli kendi bünyelerine almaya çalıştığından bahsediyor. Neoliberal ve ırkçı herhangi bir politik söylemle yan yana durmayacaklarını vurgularken özerkliklerini sürekli savunmak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Hemen her feminist örgütte olduğu gibi aynı anda hem iktidarla hem muhalif kesimle hem de gündelik yaşamla mücadele edip dönüşüm yaratmak zorunda kalan feminist kız kardeşime bunca gündem arasında umudu nasıl ayakta tuttuklarını soruyorum. Feminist oyunbozanlık kolay iş değil çünkü. LGBTİ hareketin güçlendiğinden, sol hareketin feminist hareketin önünü daha fazla kapatamadığından ve söylemin siyasetin her alanında değiştiğinden bahsediyor, yine umutla, gözleri ışıldayarak. Dünyada güçlenen feminist hareketin Yunanistan’daki ivmeyi hızlandırdığını da yeniden vurguluyor. Yazıyı yazarken geçenlerde katıldığım bir panelde Aysuda Kölemen’in sunumunda yaptığı “güvenlik” tanımı aklıma geliyor. Erkekler güvenliği çoğunlukla ülke sınırları ile tanımlarken kadınlar yaşadıkları evden başlayıp sokak ile devam ediyorlar. Yani bir bireyin evinin içinden başlayıp ülke sınırlarına varana kadar kaç yüz kilometre gitmek gerekiyorsa kadınlar işte o kadar alanda kendilerini güvende hissetmiyorlar. Her gün içinde yaşadığınız gerçeği yeniden ve başka bir açıdan tanımlamak bazen insanın canını çok yakıyor. Kendi evinde, sokağında güvende olmama ihtimalinin Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde nereye düştüğünü düşününce -en tabana-, feminizme ihtiyacımızın neden bu kadar hayati olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Enseyi karartmadan, dünyanın her yerinde hareketlenen feministlerin gözlerindeki pırıltıyı cebime alarak 2020 8 Mart’ına hazırlanıyorum. Berlin’den Atina’ya, dayanışmayla… * Polis çağırmaya yalnız rektör yetkili kılınıyor. Rektör de ancak ciddi bir kriminal aktivite olması halinde çağırabiliyor. Demem o ki, Politeknik şimdiye kadar gördüğüm üniversiteler arasında en çok yazılama ve politik eylem olan üniversite. Almanya’nın “bal dök yala” seçkinliğinden dünyanın her yerinden insanın rahatlıkla toplantı yapabildiği bir üniversiteye girmek bana evimde hissettirdi. Ev derken, Türkiye evi değil. Yuva işte… Ne kadar güzel hayal edebilirseniz… Maalesef bu yazı için Atina’da bulunduğum 25-28 Ekim 2019 tarihlerinden hemen sonra yeni üniversite özerkliği kaldırıldı ve Politeknik’e bunca yıl sonra ilk kez polis girebildi. Yasal süreçle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşılabilir: http://www.loc.gov/law/help/university-asylum/greece.php ** Feminist eylem fotoğrafları için Yunanistanlı feminist arkadaşlara teşekkürler.

Kaynak: Çatlak Zemin 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir