Küresel COVID-19 Salgını Sırasında Beden Politikası – Gediminas Lesutis
Koronavirüs, insandan insana hızlıca yayılmaya devam ederken bedenlerimizin kapitalizmin işlemesine yardım eden parçalar olduğunu da açıkça ortaya koyuyor. (Damla Tepe tarafından çevirildi)
*Bu makale ilk kez İspanyolca olarak Economía Para Todos sitesinde yayınlanmıştır.
Birçok feminist ve kuir düşünürün de kanıtlarıyla gösterdiği gibi, bedenlerimiz daima başkalarının varlığıyla ilişkilendirilir ve asla sadece bize ait değildir . Judith Butler dünyaya geldiğimiz ilk günlerden itibaren hayatta kalabilmek için diğer insanlara bağımlı olduğumuzu; dolayısıyla bedenlerimizin ve öznel hayatlarımızın sevgi ve bakım ya da şiddet ve ihmal edilme arasında ya güzelleşeceğini ya da yok olacağını belirtir. Silvia Federici ise, kapitalizmin kadınların sistematik olarak bastırılması ve marjinalleştirilmesi, fiziksel üreme kabiliyetlerinin ve bedenlerinin sömürüsü üzerine nasıl inşa edildiğini göstermiştir.
Bunlarla alakalı olarak, Jack Halberstam gibi kuir teorisyenler kapitalist toplumlara ekonomik açıdan cinsellik ve arzulardan ayrı bakılamayacağını ve bunların kapitalist üretim biçimleri bakımından “öteki”ni oluşturmadığından bahsettiler. Nikita Dhawan ve diğerlerinin de ileri sürdüğü gibi, bunlar “ekonominin itici gücü”nü oluşturan anahtar noktalardır ve ekonomik ihtiyaçlarla iç içe geçmişlerdir. Neyi fazlaca istediğimiz büyük oranda içinde yaşamakta olduğumuz tüketim toplumlarının fantazmagorisinden etkilenmektedir. Ardından, bu arzular kapitalist üretim, tüketim biçimlerinin ve iş ilişkilerinin yeniden üretilmesi için kullanılmaktadır.
Küresel Covid-19 salgını dünyada artarak yayılıp ülke sınırlarının kapanmasına, insanların evinden çıkamamasına, hastanelerin dolup taşmasına ve marketlerde rafların boş kalmasına sebep olurken, dinamikler bizi tekrar düşünmeye, keşfetmeye ve sonucunda da feminist ve kuir tavıra uyarlanmış politikaları yürürlüğe sokmaya itiyor. Neoliberalizmin birçok insanın bir ideoloji olarak içselleştirmeye başlayacağı kadar yayıldığı bir dünyada, feminist ve kuir düşünürler devamlı olarak kişisel refahı sosyal bir sorumluluk olmaktan çıkarıp bireye yükleyen bu toplumsal mühendislik projesinin çelişkilerini ortaya koymak için girişimler yapmaya devam ediyorlar.
Covid-19 salgını dünya çapında sürmeye devam ederken bireyin neoliberal ideallere göre yaşamasının anlamsızlığını görmek ve öznel hayatlarımızın nasıl onurlu yaşam olasılıkları sunan kapsamlı halde yayılmış sistemlerin işlemesine bağlı olarak oluştuğunu ve sürdüğünü daha iyi anlamak mümkün.
BEDENİN TEKRAREN ANLAMLANDIRILMASI
Bedenlerimizi sosyal çalışmalar bakımından bir başlangıç noktası olarak gören, çağdaş siyasete yönelik kuir ve feminist yaklaşıma göre soyut ekenomik sistemler bizi eşitlikten uzak ve sömürücü yöntemlerle iç içe kılmaktadır. Bunu yaparken, çoğunlukla beyaz, heteroseksüel, orta-sınıf, erkek egemen topluluklara atfedilen bireysel değerleri ve rekabeti öven, ayrıcalıklı öznellik değerlerinin bu niteliklere hâlihazırda sahip olmayanların ihtiyaçlarıyla uymadığını göremeyen ya da kabul etmeyen kapitalist toplumlara meydan okur.
Örnek verecek olursak, bu sistemlerin kadınların aleyhine olduğuna, feministler üremeyle ilgili hakları tanzim ederek ışık tutmuşlardır. Öyle ki, kadınların bedenleriyle ne yapacaklarıyla ilgili seçimleri hakkında, nasıl giyineceklerinden ne zaman çocuk sahibi olup-olmayacaklarına kadar sürekli olarak sosyal ve siyasi bağlamlarda kapsamlı halde tartışılmaya gerek duyulur. Simone de Beauvoir’ın çokça bilinen sözünde kağıda döktüğü gibi, “insan kadın doğmaz, kadın olur.” ve bu “süreç” onları şiddetle kontrol etmeyi, cinselliklerini baskılamayı amaçlayan; tecavüze hatta kadın cinayetlerine yakın duran orta-sınıf beyaz erkekler tarafından koşullandırılmıştır.
1980’lerde HIV/AIDS pandemisi yaşanırken, benzer bir yöntemle, kuir düşürler de heteronormatifliğin sağlık krizlerine nasıl ortam hazırladığını ve böylelikle de kabahatli bulduğu, toplumsal olarak kabul edilmeyen cinsel eylemlerde bulunan bedenleri cezalandırdığını vurguladılar. Başka bir deyişle, bireyin fiziksel yakınlık ve aşk bulma arzusu toplum beklentilerini karşılamıyorsa, hastalığa yakalanması ihtimalinde yoksayılıp ölüme terk edileceğini dile getiriyorlardı –ki o dönemde birçok gey erkeğin yaşadığı da farklı değildi.
Bu örnekler bize neoliberal söylemin, insanları dünyada kabiliyet ve becerileri aracılığıyla başarılı bağımsız özneler haline getirmediği gibi belli biçimlerde davranma gücümüzü de bedensel ve öznel olarak bazı varoluş biçimlerini kabul ederken diğerlerini reddeden sosyal olaylar çerçevesinde tekraren yapılandırdığını göstermektedir. Başka bir deyişle, kapitalist sistemin izin verdiği şekilde var oluruz ve statü değiştirmek ancak başarılı olma garantisi olmadan durmaksızın çabalamakla mümkün kılınabilir.
İZOLASYON: ORTA-SINIFA AYRICALIK MI?
Covid-19 pandemisinin başlıkla alakasını sorguluyor olabilirsiniz. Türler arası virüs aktarımıyla başlayan salgın küresel anlamda ulusal sağlık sistemlerini tehdit edip ve küresel ekonomiyi tahrip edecek kadar yayıldı. Dünya çapında bir bedenden diğerine geçerken kavramaya çalıştığımız ekonomik ve seyahat gibi soyut sistemlerin aslında bedenlerimizi anlamlandıran sistemler olduğunu gözler önüne sermektedir. Düzeni üretilmesini ulusal hükümetler, gizli yatırımcılar ya da şirketler değil biz, çalışmak için kullandığımız beden gücümüz ve birbirimizle kurduğumuz ilişkilerle –milyonlarca bedenin birleşmesiyle sağlıyoruz; dolayısıyla değiştirmek için de gücümüz var.
Ülkeler Covid-19 kriziyle ülke çapında tecrit, sokağa çıkma yasağından sadece insanları sosyal mesafe kurallarına uymaları ya da gönüllü izolasyona yönlendirmek gibi farklı şekillerde başa çıkmaktalar. Alışkın olmadığımız bu durumun içerisindeyken neoliberal bireyselliğin anlamsızlığı ve mantıktan uzaklığıyla aniden yüzleşmiş olduk.
Başkalarının dokunduğu yüzeylere çekinerek dokunurken, yüz maskeleri takarken, ellerimizi dezenfekte ederken, evlerimize kapanırken varoluşumuz ve iyi halimizin temelinde diğerlerinin durumuyla ne kadar bağlantılı olduğunu hatırladık. Başkalarının da deneyimlediği çevreyi, ve üzerimizdeki etkisini kontrol edemeyiz. Bireysellik ve serbest piyasa ekonomisiyle ya da bağımsız hareket etmekle ilgili fikirlerimiz parçalanmış halde. Feminist ve kuir düşünürlerin yukarıda belirttiklerinin gösterdiği üzere çevremizin karmaşık dokusuna yakından bağlıyız; yani asla yalnız sayılmayız.
Daha az ayrıcalıklı toplulukları ilgilendirdikleri için feminist ve kuir siyasi görüş biçimlerini yoksaymak diğerlerine nispeten daha kolay olagelmiştir; oysa küresel salgın insan vücutlarını kitlelere göre ayırmaz. Gerçekle yüzleştiğimizde sonuç zorlayıcıydı ve hayati önem taşıyan ürünlerin stoklanması gibi panik sebebiyle ortaya çıkan davranışları beraberinde getirdi. Bu ancal neoliberal düşüncenin nasıl kişisel olarak kendi ihtiyaçlarını gidermenin, ihtiyaç dışı servet birikiminin, diğerlerini hiçe saymanın “insan doğası”nın işleyiş usülü haline gelecek kadar içselleştirildiğini ispatlamaktadır.
Belli ki, bu hiçbir soruna çözüm değil. Biz her istediğimizi istiflemeye devam ederken hayatımız başka bir insandan bulaşan virüsle tehlikeye düşebilir. Bunun yanında, satın aldığımız şeyler kendi kendine ortaya çıkmıyor –hala tuvalet kağıdı ya da makarna üretecek fabrika çalışanlarına, bu malzemeleri nakledebilecek şoförlere, üretim sınıfı işçilerine ihtiyacımız var ve daha önce açıkça değersiz bulunan, diğer tüm düşük ücretli çalışma alanları aniden “hayati önem taşıyan iş gücü” olarak görülmeye başlandı.
Savunmasızlık bağlamında, Dünya Sağlık Örgütü’nün be ulusal hükümetlerin önerileri sonucunda halk evde kalmanın önemini giderek daha fazla idrak eder hale geliyor. Sosyal medyada sıkça tarihte ilk kez hiçbir şey yapmayıp yatarak dünyayı kurtarabileceğimizin esprisi sıkça yapılıyor –çözüm daha kolay olamazdı herhalde. Yine de, bu derinlemesine düşünülmemiş bakış açısı, özellikle şehirde yaşayan risk altındaki toplulukların karşılaştığı katı ekonomik eşitsizlikleri ve korunaklı rahat yaşam alanlarına kısıtlı ulaşımı hesaba katmamaktadır.
Bu da demek oluyor ki, bütünlüklü öz-izolasyon orta-sınıfın sahip olduğu bir ayrıcalıktır. Birey izole olmaya karar verse bile, bu mutlak bir olasılık değildir. Örnek verecek olursak, hemşire, hasta bakıcı ve üretim işçileri gibi diğerlerine oranla daha az değer görmesine rağmen toplumun işleyişine temel katkı sağlayan mesleklere sahip bireyler, mesela pansiyonda yaşıyorlarsa, kaçınılmaz olarak koronavirüse maruz kalıyor olacaklar.
EVDE GÜVENDE DEĞİLSEK…
Feminist ve kuir düşünürler sadece ekonomik eşitsizlikteki detaylar ve bütünüyle izole olmanın söz konusu kişiler için imkansızlığına odaklanmak yerine öz-izolasyonun “ev” anlayışını romantik bir şekle getireceğine de dikkat çekiyorlar.
Birçok kadın ve kuir birey açısından ev, güvenilir olmanın aksine şiddet barındıran bir yer. Sebebi nedir peki? Kapitalist toplumlarda kadınlar iki kat daha fazla sömürüyle karşı karşıya kalmaktalar. Hayatlarını kazanmak için çalışmak zorunda olmalarının yanında bedeli ödenmeyen önemli miktarda evsel ve duygusal emek sarf ediyorlar. Böyle olunca, izolasyon döneminde evden çalışmaya mecbur kalırken bir de çocuklara ve ailenin savunmasız diğer üyelere vakit ayırmaları gerekecek.
Dönüşen cinsiyet rolleri batı toplumlarında ev içi iş dağılımının yavaş yavaş değişmesini sağlıyor olsa da kadınlar hala eşleri tarafından orantısız şekilde fiziksel ve duygusal olarak istismar ediliyor; üstelik içinde bulunduğumuz ekonomik ve toplumsal eşitsizlik durumları, aile içi şiddettin artmasında etkili başlıca sebepler arasında sayılabilir.
Öte yandan, özellikle cinselliğiyle henüz barışan ergenlik çağındaki bireyler ya da ekonomik olarak bağımsız yaşamaya hazır olmayanlar için, evin huzursuz ve şiddetle karşılaşması muhtemel bir yer olma olasılığı da bulunmakta. Yani, geleneksel aile yapısının toplumsal cinsel kimliğin dışavurumu, romantik ilişkiler ya da yaşam amaçlarıyla ilgili dayatmakta olduğu heteronormatif beklentiler, bu düşünce yapısına uymayan insanların sürekli kaygı yaşamasına, hatta istismara maruz kalmasına sebep oluyor. Bu bağlamda heteronormatif şiddetle başa çıkmanın ve nihayetinde ondan kurtulmanın yolu söz konusu ortamdan kaçıp kuir aileler kurmak ve ev dışından duygusal destek olacak bağlantılar kurmaktır.
Bu görüşleri göz önünde bulundurduğumuzda küresel salgın sırasında gereklilik olan öz-izolasyonun kaçınılmaz olarak duygusal ve fiziksel olasılıklara bağlı karakterize olduğunu – ataerkil, heteronormatif kapitalist toplumlarda göreceli olarak gücü bulunmayan bazı grupların, kendi evlerinde bile, güvende olmadığını anlıyoruz.
BEDENLERİMİZ SADECE BİZE AİT DEĞİL
En rahatsız edici deneyimleri yaşayan çoğunlukla savunmasız kalan kitleler olsa da, halk da giderek artan etkilerden payını alıyor. Başkalarına ne olduğunu kontrol altına alamayız. Özellikle sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğu, insanların test edilemememe ya da tedaviye ulaşamama olasılığının bulunduğu yerler hakkında endişeleniyoruz. Virüsü ne kadar yayacaklar? İzolasyondan çıkışımız toplumsal dayanışmaya ne kadar bağlı? Birlikte hareket etme, sosyal mesafe ve öz-izolasyon arasındaki çelişkili görünen bu durumda feminist ve kuir düşüncenin önemi bariz şekilde ortaya çıkmakta.
Söz konusu sorular bize hayatımızın kaçınılmaz gerçekliğini hatırlatıyor: insan hem özünde yalnız bir varlıktır hem de elinde olmadan başkalarının varoluşuyla bağlantı içindedir. Şöyle ki, hissedilen acı ve kaygı vücudu o an için yalnız kalmaya itiyorsa; kişi tam da o acı ve kaygı anında, kaçış imkanının bulunmadığı ataerkillik, kapitalizm, ya da küresel pandemi ile karşılaştığında yardımsız kalacaktır.
Oysa ki, feminist ve kuir araştırmaları incelediğimizde, çekilen bireysel dertlerin bireyin onurlu yaşam olasılıkları sunan kapsamlı halde yayılmış sistemlere maruz kalmasıyla oluştuğunu ve sürdüğünü daha iyi anlamamız mümkün. Bu düzen çoğunlukla savunmasız ve güvencesi bulunmayan grupların sıkıntı çekmesine sebep oluyor. Küresel salgın zamanındaysa bedenlerimiz de bu gruplara dahil.
Ama en önemli kısım virüsle değil de, esasında birbirimizle karşılıklı ilişki içerisinde olmamızla igili. Ancak bu ilişkiyi, ve birbirimize karşı sorumluluklarımızı keşfederek yalnızlığımızı ve kapitalizmin dayattığı tüketimi yücelterek bizi birbirimize yabancılaştıran, bireyselleşmiş varoluş biçimini aşmaya başlayabiliriz.
Yani, bedenimizin başkaları için de bir öncelik olduğunı kavrarsak yalnızlığımızdan kurtulmamız mümkün olabilir. Birbirimizi etkilerken, aynı zamanda sermaye akışını sağlayan küresel sistemleri de oluşturmaktayız; bu sistemleri ortaya çıkaran biz olduğumuza göre etkinliklerini bitirmek de bize bağlı.
Covid-19 salgınının bu aşamasında aslında diğer insanlarlarla nasıl da iç içe geçmiş ilişkiler içinde olduğumuzu hatırlıyoruz; bu da birbirimizi sadece küresel salgın zamanı değil, hep var olan kapitalizm salgını ve onun güncel neoliberal tezahürlerine karşı da korumamız gerektiğini vurgular nitelikte.