Kapitalizmden ve patriyarkadan alacaklıyız!
Dünyanın dört bir yanında bir yanımızın küresel bir salgın ile yaşam mücadelesi verdiği, bir yanımızın karanlıkta kalsada yüzümüzü aydınlığa dönmeye çabaladığı günlerden geçiyoruz.
Küresel salgını yaratanın yıllardır doğayı, yaşamı katleden uygulamaları patriyarkal kapitalizmin olduğunu biliyoruz. Birçok ülkede insan yaşamının kapitalizmin karına nasıl tercih edildiği, belli sınıf veya kimlikten insanların gözden çıkarılarak ölüme mahkum edildiğine tanık oluyoruz. Bu gözden çıkarılan kesimlerin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Evde kal çağrısı yapan iktidar salgın öncesinde de güvencesiz, ucuz işgücü olarak çalışan kadınların ücretli izin seçeneklerinin dahi olmadığını, ev içerisinde erkek şiddetinin kat be kat arttığını, yaşlı ve çocuk bakım yükünün tamamen kadının omuzlarına yüklendiğini görmüyor. Büyük bir çoğunluğu kadınlardan oluşan sağlık emekçilerinin koruyucu ekipmanları sağlanmıyor, yaygın test çalışması yapılmıyor. Hayatın birçok alanında kadınlar yaşamı yeniden üretmeye devam ederken büyük risk altında ve güvende olmadıkları bu yaşama mecbur bırakılıyor.
Bütün bunlara karşı iktidar, kadınların yaşamlarını güvence altına almak için gerekli önlemleri bir an evvel başlatmayı bırakın erkek şiddetine maruz bırakılan kadınları kürsülerden sırıtarak ifade ediyor. Pandemi koşullarını fırsat bilerek infaz yasası çıkarıyor, kadına yönelik şiddet suçundan cezalandırılmış birçok faili serbest bırakıyor. Dünya genelinde yaygınlaşan corona virüsün nedenini “erken yaşta evliliklere karşı çıkışlara” bağlayanlara, bilim ve kadın düşmanlığına göz yumuyor. Hiçbir şekilde söylemlerin sorumluları hakkında soruşturma başlatılmıyor. Yaşamını sürdürebilmek için virüs tehditi altında birçok insan hergün işe giderken binlerce liralık bütçesi olan Diyanet eşcinselleri, evlenmeden beraber yaşayan insanları hedef haline getiriyor. Cinsel tacize, saldırılara, şiddete ve cinayetlere karşı İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284 Sayılı Kanun’un iktidar tarafından uygulanmadığı günümüzde “ev işi kadınların işi” denerek kadınların emeği görünmüyor. Sağlık sektöründe kadın-erkek ücret eşitsizliği oranı tam %11. Bir kadın sağlık emekçisi ile bir erkek sağlık emekçisi eşit çalışma koşullarında olsalar dahi erkek kadından tam %11 daha fazla para kazanıyor. Evet, saymakla bitmiyor. Saydıkça daha da artıyor. Online eğitime geçiş yapmak zorunda kalan üniversiteler yeterli olanaklara sahip olmayanlara YÖK tarafından bildirilen isteyenler okulu dondursun önerisinde bulundu ve yurtlar apar topar boşaltılarak bir gecede üniversiteliler kapılara konuldu. Oysa bir devlet kredisiyle geçinmeye çalışan, okulu dondurma önerisi yapılacak kadar olanaksız olsada öğrenimine devam eden birçok üniversiteli kadın pandemi öncesinde de yaşam mücadelesi veriyordu. Devlet kredisinin bir üniversiteli kadının geçimi için yeterli olmaması üzerine çalışmak zorunda bırakılan üniversiteli kadınlar şimdi salgın koşullarından kapanan iş yerleri nedeniyle geleceksizliğin, güvencesizliğin faturasını ödemek zorunda kalıyor. Salgın koşulları öncesinde de çalıştıkları iş yerlerinde tacize, mobinge, erkek şiddetine maruz bırakılan üniversiteli kadınlar gün geliyor bir kampüste bir işyerinde bir sokakta bir evde katlediliyor. Tıpkı çalışan bir üniversiteli kadın olan Şule Çet gibi.
Bizi yaşamın karanlık tarafında bırakanlara kadınların yaşam mücadelesinin koronayla başlamadığını ve pandemi sürecinde de devam edeceğini Nevini, Çilemin özsavunma mücadelelerini hatırlatarak cevap veriyoruz.
Bu yıl 1 Mayısa üniversiteli kadınlar,
Sahte belgelerle üstünü kapattığınız kadın katillerini kollayarak 114 gündür bulunamayan sıra arkadaşımız Gülistan Doku nerede diyerek giriyoruz. Sıra arkadaşımız Ceren Özdemir’i öldüren katili indirim alarak açık cezaevine geçiren erkek yargıya olan öfkemiz ile giriyoruz. Sistemin yoksullaştırarak, cinsel kimliğinden dolayı dışlayarak yaşamına son vermesine sebep olan Sibel Ünli’nin isyanı ile giriyoruz. Emeğimizi görmeyenlere karşı sesimizi yükselterek giriyoruz. Erkek egemen kapitalist sistemin biz kadınlar için durmaksızın ölüm koşulları üretmesine karşı mücadelemizi her yerden sürdürüyoruz. 1 Mayıs’a balkonlardan, camlardan sesimizin en gür haliyle, kadın dayanışmasının gücüyle emeğimizi, bedenimizi, kimliğimizi savunarak giriyoruz. Üniversitenin her bir köşesinde maruz bırakıldığımız kadın düşmanlığı, gericilik, bilim düşmanlığı, tahakküm gibi tüm saldırılara karşı bu 1 Mayıs’ta yaşamın her haliyle mücadele edebildiğimizi gösteriyoruz.
Salgın günlerinde birbirimizden bu kadar uzak ama bir o kadar yakın yaşadığımızı hissediyor, birbirimizden güç alabiliyorsak feminist mücadelemizdendir, biliyoruz. Kapitalizmden ve patriyarkadan alacaklıyız! 1 Mayıs’ta balkonlardan, camlardan, sosyal medyadan, bulunduğumuz her alandan kadınlar burada demeye ve feminizm tüm dünyayı kuşatana dek tüm kadınlar özgür olana dek mücadele etmeye devam ediyoruz.