Bombshell: Değişmeyen ama Gözden Düşen ‘Erkeklik’ler ve Pandemi – Pınar Usta
Bazı skandallara şahit olduk. 18 yıl süren skandallara. Bilimden, sanattan, eğitimden, sağlıktan yaşamaktan anlamayanların dünyamızı kuşattığı skandallar…
Pandemiyle birlikte bavullarımızı toplayıp, kampüslerimize veda ettik. Bavulun içinde endişe, korku ve bilinmezlikler vardı. Evlerimize döndük, bir merhaba demeye ya da kısa bir ara vermeye değil. Eskiden bavullarımızla birlikte arkamızda bıraktığımız çocukluğumuzla ve yine ertelemek zorunda bırakıldığımız özgürlüğümüzle karşılaştık döndüğümüzde. Haber kanallarını arşınladık her gün. Evde kısa sessizlikler oldu. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamalarında ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarındaki sessizliklerdi bunlar. Evlere çekilince hiç bir ekonomik kozu kalmayanları, her yerde saçma sapan vaazlar veren dindarların, cemaatçilerin nasıl susup oturduklarını, yarı şaşkınlıkla yarı gülerek izledik. Tabii arada bir ‘erkeklik’ krizleri nüksedip kendilerini göstermeye falan çalıştılar ama pek kulak asan olmadı. Ev işlerine dahil olanlar oldu, biraz zor geldi. Erkeklik tekrar nüksetti. Bazılarımız evlerde sessiz sedasız sinirlendi, bazılarımız tekrar kavga etti ev ahalisiyle, bazılarımız odasından izledi, pandemide bile kendinden ödün vermeyen değişmeyen ama gözden düşen ‘erkeklik’leri Bazı skandallara şahit olduk. 18 yıl süren skandallara. Bilimden, sanattan, eğitimden, sağlıktan yaşamaktan anlamayanların dünyamızı kuşattığı, kurallar koyduğu, bu böyledir dediği ve bizim hayretler içerisinde etrafımıza bakındığımız, birbirimizi bulduğumuz ve tekrar buna inanan var mı diye yari şaşkınlıkla yari gülerek etrafımıza tekrar baktığımız günler geçirdik.
O günlerden birini de pandemide yaşadık aslında.
İç İşleri Bakanlığı’nın 2 günlük sokağa çıkma yasağını yasağın uygulanacağı zaman diliminden 2 saat önce açıklamasıyla yaşadık. Halkın marketlere, fırınlara akın etmesiyle beraber pandeminin belki de birkaç günde gösterdiği artışı bile geçecek düzeyde enfekte sayısının artacağı kanısındayım. 2 günlük sokağa çıkma yasağının uygulanmasındaki yanlışın anlamını da bir hafta sonraki vaka sayılarıyla farkına daha net varacağız gibi duruyor. Ancak olur böyle şeyler değil mi?(!). Ne var yani devletin sokağa çıkma yasağı koymasında! İstediği zaman bunu yapabilir değil mi? Hele de pandemi sürecinde her gün 14 kurala uyun diye uyarılarda bulunurken. Her gün gıda ve hijyen ürünlerini stoklamayın, stoklayanları ihbar edin gibi halkın insiyatifine bırakılmış bu süreçte, 2 gün boyunca ne yiyip ne içeceğini de çamaşır sularıyla sildikleri market poşetlerini sorsun insanlar değil mi? Ama asıl olay bu değilmiş gibi oldu. Yani 2 günlük sokağa çıkma yasağında yaşanan o ne yiyeceğim ne içeceğim endişesiyle halk sağlığının ciddi oranda hasar gördüğünü düşündüğüm durum çokta önemli olmadı bir anda. Nasıl yani saçmalama! Bundan daha önemli bir durum olabilir mi? Ama oldu. Benim kuşağımın görebileceğini bile ummadığım bir olay. Skandal. İç işleri bakanı Süleyman Soylu sokağa çıkma yasağının bitmesine 2 saat kala ki burası bana da ironik geldi. İstifasını açıkladı. Ne? Hadi oradan değil mi? Evet, biliyorum hepimiz aynısını hissettik, yine. Yarı şaşkın, yari gülerek etrafınıza baktınız mı sizde? Aynen! İlk defa halktan gelen tepkilerle -ki orası da tartışmalı, tepkilerin tt de kalmasına yönelik uğraşlarda vardı- İç İşleri Bakanı Soylu istifasını açıkladı. Benim yaşadığım tarihin önemli olaylarından biri. Ama o kadar anlık gerçekleşti ki her şey, o saatlerde uyuyan biri için bu garip gelebilir anlatıldığında. Tüm haber kanalları gece yayınına gazetecileri topluyor, soruyor bu ne demek hocam? Ve sokağa çıkma yasağına tam 9 dakika kala Türkiye Cumhuriyeti İletişim Bakanlığı’nın açıklaması geldi. İstifası kabul edilmemiştir. Sen de unuttun değil mi? 2 gün sokağa çıkma yasağı falan olmuştu, insanlar belki enfekte oldular, belki Covid19’u tüm mahallesine, ailesine yaydılar. 2 günde insanların canıyla nasıl oynandı, unuttun bunları duyunca.
Ve televizyonlar kapatıldı.
Haber kanallarından, sosyal medyadan alışık olduğumuz kelimeleri akla getirelim mı?
Seçimler, ittifaklar, seçmenler, oy oranları.Değişmeyen ama gözden düşen ‘erkeklik’lerin kelimeleri bunlar. Ve hiçbir stratejik koz kalmadığında insanları son 2 saate kadar çalıştırdılar. Ancak ne içindi? Sağlık sisteminin işlemesi için, insanların aç kalmaması için, yaşayabilmesi için hiçbir yardım yapılmadı. Üstüne üstlük GSYH’sı Türkiye’den kat kat fazla olan ülkelere güya “yardım” yapıldı. Ve bu sırada vaka sayısı arttı, hayatını kaybeden sayısı katlandı. Ve meşruluk zemini çöktü. 2 günlük sokağa çıkma yasağı fiyaskosu unutturulmalı ama biri hataların sorumluluğunu üstlenmeliydi ki Erdoğan’a yönelmesin oklar. Süleyman Soylu istifasını açıkladı. 1 saat 51 dakika sonra reddedildi. Ve televizyonlar kapatıldı.
Ertesi sabah ekmek almaya çamaşır suyuyla sildiğimiz market poşetiyle fırına gittik. Halkın dediler %51’i benim. Yani matematiksel olarak yarısının %1 fazlası anlamına geliyor bu. Bazılarını açlıkla, bazılarını tehditlerle, bazılarını inandıklarıyla sınadılar. Ve biz o bazılarının evlerinde özgürleşmeyi bekleyen, bazılarıyla kavga eden, bazıları görmesin diye odamıza çekilen, bazıları için sessiz sedasız sinirlenenlerdik. Şimdi yarı şaşkınlıkla etrafıma baktığımda ne gördüğümü söylemek istiyorum. Değişmeyen ama gözden düşmüş ‘erkeklik’ler. Bu sefer şaşırdığım yarımın %1’den fazlasının inanmayışlığı, bıkmışlığı ve kendi yaşamı uğruna gemiden atlayışları.
Ne diyordu haber sunucuları? Bilim bilim bilim. Peki ya kim için?
Artık ana akım medyada bile “bilim bilim bilim” diye Arşimet’in kaldırma kuvvetini tekrar keşfediyormuşçasına iştahla haber yapan sunucular görüyoruz. Neler söylüyorlar? Memleketin dışında bilime kavuşmuş bu memlekette bilim icra edememiş insanlara ulaşıp canlı yayınlarda, video görüşmelerinde soruyorlar nasıl kurtulacağız? Sen bilirsin. Belki de hiç duymamışlardı bunu. Onlarda bunu bekliyormuş hemen peşi sıra doğruları söylüyorlar hoop konu değişiyor. Klasik. Sonra evde kısa sessizlikler oluyor saat 19.30 falan Sağlık Bakanı Koca açıklama yapıyor. Bişeyler bişeyler diyor sonra bir cümle çekip çıkarıyorum tedbire dair “izolasyon”, evinizde oturun. Aklıma önceki haberlerden görüntüler geliyor. 3 milyon mülteci. Hepsinin evi yoktur heralde. Ha bir tane daha geldi aklıma 70 ile 100.000 arasında değişen evsiz sayısı. Hangi ev? Elektriği, suyu, doğalgazı falan olanlardan mı biraz masraflı değil mi? Kim ödeyecek? Kaç milyon kayıt dışı işçi, kaç milyon işsiz olduğuna dair net veri veremem çünkü bu sayının her gün arttığını düşünenlerdenim, ama son habere göre çalışmalarına devam etmelerinde bir sorun yokmuş. 18-20 yaşındakilerde geçtiğimiz günlerde dahil edildi, unutmuşlar sanırım çalıştıklarını onlara sokağa çıkma yasağının geri çekilmesine karar verdiler, seçkin bir azınlık falan olmalılar(!). Ya da zorundayız, zorundalar. Bu pandemiyle sınanıyoruz. Fazla inançlı oldu. Ne diyordu haber sunucuları bilim bilim bilim. Neymiş bu bilim? Kim içinmiş? Kim içinmiş? Evinde ekmeği olmayan için mi? Hastanede günlerdir uykusuz çalışan ve çocuğunu sevemeyen doktor için mi? Düşük ücretli bir kadın tekstil işçisi için mi? Yoksa pandemide bile sermayeyi, sermayedarları koruyan, Kanal istanbul projesini virüs salgını sürecinde ihale yapanlar için miydi? Açıkçası toplumsal olarak pek aşina olmadığımız için bu sözcüğe topyekün “bilim” diyoruz. Doğru bilgiyi, doğru bilgiyi bileni, doğru bilgiyi üreteni hepsini bir sözcüğe sarıp paketledik, sığdırmaya çalıştık.
Çünkü onca ‘erkeklik’ nereye gitmişti yahu ?
Paketlerden bahsetmişken, bir paket açıklanmıştı bu süreçte kısa sessizlik anlarında. Nasıl bir paketti bu? Neler sığdırılmıştı? Hatırlayalım. Tayyip Erdoğan açıklamıştı paketi. Batılı üklelerle kıyaslar vardı özelleştirilen sağlık hizmetini devlete geri bağlıyorlar falan diye gülmüştü, – birkaç gün sonraki açıklamasında hayatını kaybeden Prof.Dr. Cemil Taşçıoğlu’nun ismini Okmeydanı Şehir Hastenesi’ne vereceğini açıkladı- şehir hastaneleri?! Bir de sermayedarlar için birkaç açıklaması vardı ama onlar pek karın doyurmuyor gerçi. Sanırım bu kadardı. Klasik. Ama şaşırtıcı olan bağış kampanyasıydı. Hangi gün hatırlamıyorum. Birkaç gün oldu. Bağış kampanyası açıkladı ve iban adresi yolladı. Herkes şok oldu haliyle. Ben de yari şaşkın yari gülüyorum etrafıma bakıyorum para atan var mı, buna inanan var mı?. Skandal. Çünkü onca ‘erkeklik’ nereye gitmişti yahu(!). Herkes soruyor haliyle. Gemidekiler daha şaşkın alabora oldular. Onca para nereye gitmişti gerçekten? Bağış kampanyasında toplanan paranın son durumuyla beraber daha da şaşkınım 1.5 milyar toplanmış. %51= 42.409.048,47 hadi hepsi 100₺ vermiş olduğunu varsayalım, 4.240.904.847. Yani pekte güven verici bir matematik hesabı olmayabilir, belli ki seçmen için de güven verici olmayan hesaplar söz konusuymuş. Sıkıldık sanırım. Skandallara dönelim. Şuan dünyanın her yerinde benim gibi yarı güler yari şaşkınlıkla etrafına bakınan insanlar görebilirsiniz sanırım. Tüm ülkelerde Auschwitz kamplarında gibiyiz. Tamam tamam belki o kadar abartı değildir(!). Ama gerçekten yavaş yavaş karantina korkutucu hale gelmiyor mu sizce de? Hangi gündeyiz? Saat kaç? Bugün ne yedim? Yedim mı? Şu içtim mi? Ateşim var mı? Bakkala gittim. 3 kere el yıkadım, oh mis, tamam. Kim hastaysa bilelim de bitsin bu. Gerçi önceden dört dörtlük bir hayatımız varmış gibi numaraları geçelim şimdi. Nasıldı hayatımız önceden? Zamanı neyle dolduruyorduk? İstediğimiz yollardan mı yürüyorduk? İstediğimiz her şeyi yapabiliyor muyduk? Yoksa ayağımıza takılan bazı şeyler var mıydı? Mesela bu yazıyı okurken bir iş yapmak için çağrılıyor olabilirsin, bana oldu diye diyorum. Bu kadar küçük şeylere takılmamak lazım, alış falan mı? Hayır. Klasik bir numara bu. Yıllarca sürebilen bir numara. Buna mı takılıyorsun
? Unut gitsin. O kadar önemli olay oluyorken, üzerinde uygulanan ekonomik şiddette, aşağılayıcı sözlere falan mı kafa yoracaksın. Belki de mesele tam da bu küçük, önemsiz, unutulabilir görünenlerde. Murphy’nin kelebek etkisi olmayabilir belki ama etki alanı küçük, önemsiz, unutulabilir, boş verilebilir meselelerle artan “erkeklik”lerle bir pandemi sürecinde bile yaşamak için savaşmak, gerekirse “gerçekleri çatılardan haykırmak”, tüm iletişim araçlarıyla birbirimize anlatıp, teşhir edip yaymanın önemi çok büyük.
ABD Başkanlık seçimi süreci, FOX ve Bombshell…
Bombshell yani skandal. Pandemi sürecinde aklımıza türlü fikirler, hayaller geliyor. Ve nasıl bir yaşam süreceğimize dair kaygılarımızı hayallerimizle telkin ediyoruz. Unutmaya çalışıyoruz. Ancak bazı kaygıları da paylaşmamız gerekiyor ki, zamanımız bir de onları düşünerek boşa gitmesin. Sonuçta sosyal medyanın Türkiye’deki işlevi bu. İletişim kurmak çok sonraki aşama. Geçenlerde -ki günleri artık pekte önemsemiyoruz- kız kardeşimin önerisiyle birlikte 2019’da vizyona girmiş Bombshell filmini izledik evde. Gerçek bir yaşam öyküsünden alıntılanmış film Trump’ın başkanlık sürecinde cumhuriyetçilerin propagandasını yapan Fox kanalının kadın spikerlerini ve kanalda yaşadıkları mobbing ve istismarı ele alıyor. Charlize Theron, Margot Robbie ve Nicole Kidman’ın başrollerini paylaştığı Bombshell stereotip beyaz yakalı kadınların yaşadığı görünmez/görünmezleştirilen erkek şiddetini ve tüm şiddet döngüsünü izleyiciye sunuyor. Filmin başlarında yarışan spikerleri, bağıran kanal yöneticisi Roger Ailes’i görüyoruz. Her şey tahmin edildiği üzre, koşuşturmacalı, stresli ilerliyor derken filmin yavaşladığı, hayatın durduğu anlara geliyoruz. Margot Robie’nin canlandırdığı Fox’a yeni alınmış kurgusal karakter olan gazeteci Kayla Pospisil’in kanaldaki işine devam edebilmesi için maruz kaldığı mobbinge şahit oluyoruz. Charlize Theron’un canlandırdığı gerçek karakterlerden biri olan Fox ana haber spikeri Megyn Kelle’ninse Trump’ın seçmen sayısını arttırması için kendisini aşağılanmasına izin vermek zorunda bırakıldığına ve kendi fikirlerini söylemekle söylememek arasında yaşadığı çekişmeli anlara şahit oluyoruz. Megyn ve Kayla bunları yaşarken başka bir stüdyoda Nicole Kidman’ın canlandırdığı gerçek karakterlerden biri olan Gretchen Carlson’ın yaptığı programda yaşadıklarına artık katlanamaz hale geldiğini ve başkaldırıyı planlamaya koyulduğunu fark edip rahatlıyoruz ve ipin ucu inceldiği yerden kopuyor bundan sonra. Bombshell’de 3 kadın haber sunucusu yıllarca süren küçük, önemsiz, unutulabilir ve yaşamaya devam etmek için boş verilebilir gibi görünen şeyleri birbirlerine anlatarak güçlenmeye başlıyor. Fısıltılar fırtınalar estiriyor.
Hem de nasıl bir süreçte? Trump’ın ABD Başkanlık seçimlerinde, Cumhuriyetçilerin propagandasını yapan FOX kanalının sunuculuğunu yaparlarken. Onlardan beklenen güzel görünmek, en korkutucu anlarda bile saf bir gülümsemeyle olanları normal karşılamaktı. İşlerine ki eşittir hayatlarına devam edebilmeleri için bu ön koşula uymak zorundalardı. Kim değil ki değil mi?! Yarı şaşkın, yarı gülerek etrafımıza bakındıktan sonra birbirimizi bulduk, sonunda. Pandemide bile değişmeyen ama acizleşen, hatalarının apaçık ortada olduğu, sosyal medyada gizlenemediği “erkeklik”ler artık gözden düştüler. Aynı Roger Ailes’e olduğu gibi. Ve daha birçokları için de hesap verme sırası gelecek. Ancak bu bizim fısıltılarımızın fırtınalara yol açmasıyla olabilir. Her ne kadar evlerdeki erkek şiddeti “görünmez” kılınmaya çalışılırsa çalışılsın, iktidar tarafından ne saklanırsa saklansın bizler birbirimizi bulduğumuzda hesap vermek zorunda kalacaklar. Ve unutmadan belirteyim, birilerinin kuyusunu kazan, yarışan, ayağına taş koyan hiç bir zaman biz olmadık. Bunlar öğretildi. Yaşamanın anlamı başarıymış, bunlar olmadan başarı olmaz ve varolunamazmış gibiydi. Sebebi erkekliğin ancak böyle kendini var edebilmesinde gizliydi, fısıltılar fırtınalara dönüşene kadar.