Yavaş Akademik Çalışma İçin: Neoliberal Üniversitede Toplu Eylem Yoluyla Feminist Bir Direniş Politikası (1)*- Çeviren: Aslınur Tekgöz
*Alison Mountz,Anne Bonds,Becky Mansfield,Jenna Loyd,Jennifer Hyndman,Margaret Walton-Roberts,Ranu Basu,Risa Whitson,Roberta Hawkins,Trina Hamilton,Winifred Curran
Anahtar Kelimeler: yavaş akademik çalışma, neoliberal üniversite, direniş, kolektif hareket, feminizm
Özet
Neoliberal üniversite, dar zaman dilimlerinde yüksek üretkenlik gerektirir. Üniversitelerin neoliberal dönüşümüne çokça değinilmiş olsa da bu tür artan taleplerin izole edici etkileri ve somutlaşmış çalışma koşulları çok nadiren tartışılmaktadır. Bu makalede, bu çalışma koşullarına meydan okuyan feminist bir bakım etiği geliştiriyoruz. Politikamız kolektif eylemi ve iyi bir akademik çalışmanın düşünme, yazma, okuma, araştırma, analiz etme, düzenleme, organize etme ve bu önemli entelektüel büyüme ve kişisel özgürlük süreçlerini bozan artan idari ve profesyonel taleplere direnmek için zamana ihtiyaç duyduğu iddiasını ön plana çıkarır. Topluca yazılan bu makale, hızlı ilerleyen, metrik odaklı neoliberal üniversitenin alternatiflerini arıyor. Bu arayışı, yavaş ilerlemenin, yavaş akademik çalışma ve feminist politika tarafından desteklenen kolektif hareket için zaman talep etme yolları üzerine yapıyor ve bunu yavaş hareket eden bir konuşma aracılığıyla gerçekleştiriyor. Neoliberal üniversitenin zamansal rejimlerini ve bunların somutlaşmış etkilerini inceliyoruz. Daha sonra, yavaş akademik çalışma hareketine katkıda bulunmak amacıyla akademik süreci yavaşlatmak için strateji gözden geçiriyoruz. Bu yavaşlama, hem iyi akademik çalışma, öğretim ve hizmete bağlılığı hem de neoliberal üniversitenin hızlandırılmış zamanına ve elitizmine meydan okuyan kolektif bir feminist bakım etiğini temsil ediyor. Hepsinden önemlisi, yavaş akademik çalışma hareketinin lehine tartışıyoruz ve ileriye dönük işbirlikçi, kolektif, toplumsal yolları ön plana çıkaran bazı direniş stratejilerine katkıda bulunuyoruz.
Giriş
Herkesin yıllardır üzerinde çalıştığı bir yerlere tıktığı bir yazısı vardır. Marine etme şansı verildiğinde, fikirler olgunlaşır ve çoğu zaman en düşünceli, kışkırtıcı ve önemli çalışmalarımızla sonuçlanır. İyi bir çalışma; düşünme, yazma, okuma, araştırma, analiz, düzenleme ve iş birliği için zaman gerektirir. Yüksek kaliteli eğitim ve hizmet de zaman gerektirir: meşgul olmak, üretmek, denemek, düzenlemek, değerlendirmek ve ilham vermek için. Bu tür bir yavaş çalışma, akademik emekçiler olarak zamanımızın sayısız talebine hem meydan okuyor hem de bu taleplerin tehdidi altında.
Endişemiz, standart akademi üçlüsü olan araştırma, öğretim ve hizmeti dengelemenin zorluğu değil; sadece farklı kurumların bunlara farklı şekilde öncelik verdiği gerçeğini değil, aynı zamanda birbirini dışlamalarına gerek olmadığını da kabul ediyoruz. Daha ziyade, endişemiz akademik yaşamın sürekli artan taleplerini içeriyor: gittikçe daha fazlasını yapmamızın beklendiği zamanın hızlanmasını içeriyor. “Daha fazla”, daha büyük kalabalık sınıflara ders vermek, üniversitelerimize işletme parası getiren kamu tarafından finanse edilen küçük hibeler için rekabet etmek veya sayısız üniversite yönetim komitelerinde oturmak gibi büyük görevleri içeriyor. Ayrıca, fon sağlayan kurumlar için üç ayda bir yapılan güncellemeler, yıllık kurumsal inceleme çalışmaları gibi zamanında yanıt verilmesi istenen devamlı küçük talep akışı ve sosyal medyanın talepleri yoluyla sürekli tetikte kalmamız için bilgi çalışanları olarak üzerimize baskı yapılması gibi noktaları da içeriyor.
Bu çoğu zaman bunaltıcı olan talepler ne makul ne de sürdürülebilir olan, kesin olarak izole edici bir zihni ve fiziksel bedel gerektiriyor. Bu bedel sadece bireysel değil, bunun yerine neoliberal üniversitenin devam eden yeniden yapılanmasının bir parçası (Slaughter ve Rhoades, 2000), azaltılmış devlet finansmanı, artan şarta bağlı emek ve programların kaldırılmasını içeriyor. Bu yeniden yapılanma, temel amacı emeğin gücünü azaltmak olan küresel ekonomiye ayna tutuyor. Aslında, bu makaleye son revizyonları yaparken, bazılarımız neoliberal üniversitenin dayattığı zorlu çalışma koşullarına ve cezalandırıcı gündemlere karşı çok haftalık bir grevin ortasındayken, diğerlerimiz daha fazla bütçe kesintisine ve fakültenin üniversitenin misyonunu şekillendirme gücüne yapılan saldırılara karşı örgütleniyoruz. Bu nedenle, grev hatlarında yürüyen meslektaşlarımızı ve öğrencilerimizi desteklemek için yazıp, daha iyi çalışma ve öğrenme koşulları için topluca sosyal olarak adil bir üniversite inşa edebilelim diye sesimizi yükseltiyoruz.
Bu bağlamda, kaosun ortasında işleri yavaşlatma ihtiyacı duyuyoruz. Bu işbirlikçi makalede, neoliberal zamansal rejimlerin izole edici, somutlaştırılmış etkilerini[1] araştırıyoruz ve kolektif direniş biçimleri öneriyoruz. Bunlar, yüksek öğrenimdeki artan eşitsizliklere meydan okumanın bir parçası olarak akademik çalışmaları yavaşlatmak için birlikte çalışma stratejileri. Esas noktamız, bu yavaşlamanın hem iyi bir bilim dalına bağlılığı hem de neoliberal üniversitenin hızlandırılmış zaman çizelgelerine karşı feminist bir direniş politikasını temsil etmesidir (bkz. Halberstam, 2011; Meyerhoff, Johnson & Braun, 2011). Yavaş akademik çalışma çağrısında diğerlerine katılıyoruz (McCabe, 2012; Garey, Hertz & Nelson, 2014; Martell, 2014; O’Neill, 2014). Bu yeni oluşan hareket, akademik yaşamın giderek artan taleplerini sorgulayarak, onları neoliberal üniversite yönetimine yönelik daha geniş eğilimlerin yanına koyar (Hartman ve Darab, 2012). Bu yeni ortaya çıkan alanın kolları aynı zamanda bir nesne, metin veya alanla yavaş ve kasıtlı olarak etkileşime girmeyi (Hines, 2014; Kuus, yakında çıkacak); doğal ve sosyal bilimler içinde ve genelinde diğer akademisyenler ve fikirleriyle yeniden ilişki kurmayı (Slow Science Manifesto, ty.; Lutz, 2012); yayınlanmış araştırma ve yazıların kalitesinin artırılmasının önemini (Cronin, 2012); ve araştırma ve yazma sürecindeki beklenmedik “aksaklıkların” faydalarını vurgular ve teşvik eder (Nelson ve Hertz, 2014).
Sağlamak istediğimiz katkı, açıkça feminist ve kolektif bir yavaş akademik çalışma modeli geliştirmektir. Feminist çalışmalar, eşit olmayan güç ilişkilerine ve üniversite politikası ve ortamlarının cinsiyetçi bağlamlarına dair önemli iç görüler sağlar (Ropers- Huilman & Winters, 2011). Bu itibarla, Martell’in (2014) yavaş akademik çalışmadaki ‘yavaş’ın sadece zamanla ilgili değil, güç ve eşitsizlik yapılarıyla ilgili olduğu şeklindeki gözlemini destekliyoruz. Bu, yavaş akademinin sadece bireysel yaşamları iyileştirmekle ilgili olamayacağı, aynı zamanda üniversiteyi yeniden yaratmakla ilgili olması gerektiği anlamına gelir. Bu nedenle yavaş akademik çalışma çağrımız, ilgili akademik kültürleri ve süreçleri geliştirmekle ilgilidir. Vicky Lawson’ın, “Radikal coğrafya yerine coğrafyayı önemsemeye ne dersiniz?” sorusundan ilham alıyoruz (2009, 201, ayrıca bkz. Lawson, 2007). Kendi idari yöneticiliği hakkında şöyle yazıyor: “Hizmetin, yaratıcı insanların ellerinden gelenin en iyisini yapmalarına izin veren bir ‘olasılıklar kültürü’ oluşturmaya çalışmayı içerdiğini öğrendim” (2014, 201). Daha adil bir üniversite yolunda olanaklar yaratmak için Lawson’ın bakım etiğinin- nasıl çalıştığımıza ve birbirimizle nasıl etkileşim kurduğumuza dikkat çekme- daha adil bir üniversite için gerekli olduğu düşüncesine dayanıyoruz.
Bakım işi bir iştir. Kendi isteklerini frenlemez; radikaldir ve gereklidir (Federici, 2012; Ahmed, 2014). Üstelik bakım risklidir ve bakım işini üstlenenlere bir yük bindirir (Tronto, 1989). Sistematik olarak bakımı marjinalleştirmek “başarılarımızın özerk bireyler olarak elde edildiği efsanesini ve bu nedenle, başarımızın meyvelerini başkalarıyla paylaşma veya kamu kaynaklarını bakım işine ayırma sorumluluğumuz yok” düşüncesini ilerletiyor (Lawson 2007, 5). Açıkça bu fikirlerden yola çıkarak, yavaş akademik çalışma kavramına feminist bir bakım etiği ekliyoruz ve bunu akademi içindeki neoliberal ve elitist baskılara direnmek için kolektif eylemi teşvik etme aracı olarak yapıyoruz.
Bu proje, Mayıs 2013’te Ontario’da düzenlenen ve amacı sınır ötesi, bölgesel bir feminist coğrafyacılar ağı oluşturmak olan (daha sonra Büyük Göller Feminist Coğrafya Kolektifi olarak adlandırılan) bir atölye çalışmasından ortaya çıktı. Çalışmaya çeşitli yerlerden yirmi beş kadın geldiğinde, bir akademik yılın sonuna gelirken birçoğu bitkin, bitap ve zayıf hissediyordu. Diğer şeylerin yanı sıra, ortaya çıkan şey işimizi ve çalışma ortamımızı değiştirme ve işleri yavaşlatma ihtiyacıydı. Bu makale, bu ihtiyaca yanıt olarak yazılmıştır ve savunduğumuz işbirlikçi, yavaş akademik çalışmanın bir örneğini temsil etmektedir.
İlk taslakları incelediğimizde, bireysel hikayeleri birbirimizle paylaştığımız için “Ben” kelimesinin birçok kullanımı vardı. Yazımız ilerledikçe, burada analiz edilen çalışma koşullarının izole edici etkilerinden (felç, suçluluk, utanç, üzüntü) birlikte daha kolektif bir tepki ve eylem biçimine geçtik. Ortaya çıkan tekil, evrensel bir ses değil, hayatımızın farklı zamanlarını temsil eden çoklu yörüngelerin ötesine geçen deneyimlerdi. Neoliberal üniversitenin öğrencileri, kadrosuz ve aday öğretim görevlileri ve kadrolu profesörleri olarak deneyimlerimiz hem benzersiz hem de fark edilir derecede tutarlıdır. Anlatılarımızdan çıkan temaları evrensel değil, her yerde var olarak görüyoruz.
Audre Lorde (1988) geleneğiyle ve Sara Ahmed’in (2014) sözleriyle “öz bakım”ı bir “mücadele” gibi gören feminist bir bakım etiği geliştiriyoruz. Yani, kendimize, meslektaşlarımıza ve öğrencilerimize bakmak için alan yaratmak, aslında, bu tür ilişkiler ve uygulamaları değersizleştiren ve onlara engel olan kurumlarda bulunduğumuzda, bu mücadele politik bir faaliyettir. Neoliberal üniversitedeki deneyimlerimizi düşünmek, bu nedenle, sadece kendimizle akademisyenler olarak ilgilenmekle alakalı değil, daha çok daha geniş bir ilgi duygusu inşa etmekle ilgili. Yavaş akademik çalışmayı, öz bakımı ve şefkatli toplulukların yaratılmasını “çürüyen bir dünyada var olmanın yollarını bulmanın” bir aracı olarak konumlandıran feminist bir uygulama içine yerleştiriyoruz (Ahmed, 2014).
Bireysel deneyimin zenginliğini korurken kolektif bir vizyon üretmek için, bireysel hikayeleri ve toplu tepkileri dahil ediyoruz. Kişisel açıklamalar (aşağıda italik olarak gösterilmiştir), neoliberal üniversitenin genellikle göz ardı edilen veya önemsiz sayılan bireysel duygusal ve somutlaşmış etkilerinden söz eder (Ahmed, 2014). Kolektif yazarlık ve bireyleri ismen tanımlamama ya da başka bir şekilde feminist bir politikayı temsil etmeme kararı; zamanın neoliberal rejimlerine ve hepimiz için işe ve hayata dayattıkları zor, apolitik koşullara direnmek ve bunlara meydan okumak için birlikte çalışma taahhüdüdür. Bu bizim karşı çıkma biçimimiz, üniversitede, üniversiteye karşı ve üniversitenin ötesinde hareket etme girişimimizdir (Radice, 2013).
Atölyemizdeki ve bu yazar kolektifindeki acı verici farklılıkları ve sessizlikleri kabul ediyoruz. Nitekim, kişisel ve kolektif olarak burada temsil edilen düşünceler, akademi içindeki görece ayrıcalıklı konumlardan gelir. Tüm yazarlar şu anda araştırma ve öğretim kurumlarında, beşi Kanada’da ve altısı Amerika Birleşik Devletleri’nde olmak üzere kadrolu olarak görev yapmaktadır. Yazarlardan ikisi profesör, altısı doçent ve üçü yardımcı doçenttir. Birimiz hariç hepimiz kamu tarafından finanse edilen araştırma üniversitelerinde çalışıyoruz ve bir yazar dışında, hepimiz coğrafya bölümlerinde yer alıyoruz (bazılarımız çapraz atanmış olsa da). Bu nedenle, makale boyunca yer alan tüm alıntılar, akademi içinde benzer şekilde yer alan öğretim üyelerinin deneyimlerini temsil ediyor ki bu, sesimizin ve deneyimlerimizin bağlamsallaştırılmasında önemli bir husustur.
Bu nispeten ayrıcalıklı konumlardan, akademide yer alamayanları da kabul ederek geri adım atmak bizim sorumluluğumuzdur (Wu, 2015). Akademideki cinsiyetçi, ırkçı, sınıflandırılmış, heteronormatif olan ve engellilere karşı ayrımcı yapılar ve günlük uygulamalar nedeniyle dışarı atılan veya hiç kabul edilmeyenleri takdir ediyoruz. O halde, feminist bir bakım etiğinden gelen yavaş akademik çalışma düşüncesi, bu tür elitist dışlamalara karşı toplu meydan okumaları besler. Bizim için yavaş akademik çalışma, üniversiteyi birçok kişinin- profesörlerin ve öğrencilerin, birden çok ayrıcalık ya da marjinalleştirme yerinden- kolektif ve iş birliği içinde gelişebileceği bir yer haline getirmekle ilgilidir.
Neoliberal Üniversitede Zaman Saymak
Bu makale üzerinde çalışmak için “zaman yaratmayı” umarken, bunun yerine departmanımın liyakat ve inceleme komitesi için geçen yılki çalışmalarımın bir özetini derlemeye yönelik yıllık bir ritüeli gerçekleştiriyordum. Yaptığım şeyleri açıklayan hem geçen yıl gerçekleştirdiklerimi hem de araştırma, öğretim ve yazılarımdaki “sessizlikler” üzerine düşünmeme izin verecek bir anlatı yazmak yerine (Nussbaum, 2010), hikayemi üniversitemde artık “Dijital Önlemler” adı verilen platforma uydurmam gerekiyor. Bu, şirketin web sitesine göre, “fakültenizin faaliyetlerinden ve başarılarından yararlanma şeklinizi değiştiren web tabanlı bir fakülte etkinliği raporlama çözümüdür.” Bu sistem, fakülte faaliyetlerini görünüşte sağduyulu, ancak gerçekten çok düzenli olmayan bölümlere ayırır (“kredisiz eğitim”, “bilimsel ve entelektüel katkılar” ve “akademik danışmanlık” dahil). Bir yıl içinde her faaliyet için harcanan saat sayısını belirtmemiz gerekiyor. Bir dergi taslağını inceledim mesela: Yedi saat diye tahmin ediyorum. Bir yüksek lisans öğrencisine tezini tamamlarken tavsiye verdim… Tahmin edemediğim için kutuyu boş bırakıyorum, eminim bu liyakat ve değerlendirme komitesindeki meslektaşlarımı hayal kırıklığına uğratacaktır.
Dijital Ölçüm, metrik tabanlı muhasebe rejimlerinin yalnızca bir örneğidir.[2] Kurumlarımızdan ikisi yakın zamanda yeni neoliberal ölçüm rejimlerini uygulamaya koydu: Program Önceliklendirme Süreci (Dickeson, 2010) ve Entegre Araştırma Planlama Yönetimi, her ikisi de ABD’den Kanada’ya ithal edildi. Bu programlar, yıllık gözden geçirmeler yoluyla kaynak dağılımını belirler ve personelin, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin komitelere ve inceleme süreçlerine katılımını gerektirir. Bu süreç, kendi küçülmemize dahil olmamız için bir başka önemli çalışma katmanı ekler.
Öhman (2012, 28), bu tür fenomenleri, Batı üniversitesinin neoliberalleşmesine bağlı “faydacı dönüşün” bir parçası olarak nitelendiriyor ve “içerikten sayıma” bir geçişi temsil ettiklerini savunuyor. Verimlilik, üretkenlik ve mükemmelliğin yol gösterici ilkeler olduğu kurumsallaşmış üniversite ruhuna uygun olarak (Hartman ve Darab, 2012), “ölçülebilir nitelikteki pazarlanabilir çıktıları” rapor etmemiz isteniyor (Nussbaum, 2010; ayrıca bkz. Suspitsyna, 2012). Öhman, çıktılarımızı sayma ihtiyacının aslında bu “çıktıların” doğasını nasıl değiştirdiğini sorguluyor. Yazma, epistemolojik bir deneyimden ziyade araçsal bir beceri haline geliyor: sayma baskısı altında, “herkese uyan tek bir boyutun sürekli aldatıcı vaadi” tarafından yönlendirilir hale geliyoruz (Öhman, 2012, 29). Pain (2014) ‘in de kabul ettiği gibi risk, denetim için aşırı hevesli araştırma üretiminin, aslında bir fark yaratan araştırma üretimine zarar vermesidir.
Bu sayma zorunluluğu, “müşterilerimizin” daha düzenli ve zamanında geri bildirim alması için zamanın yapay olarak hızlandırıldığı öğretimimizi de kapsıyor. Öğretimin ön planda olduğu üniversitelerimizden birinde, öğretim üyelerinin artık bir “düşük riskli ödev”e not vermesi ve dönemin üçüncü haftasının sonunda öğrencilere geri dönmesi gerekmektedir. Ek olarak, gittikçe artan sınıf boyutları ve daha az öğretim asistanı saatiyle, not verme süresini azaltmak için ödevleri standartlaştırmak için teşvik vardır. Bu, öğrencilerin yaratıcılığını ve merakını engelleyebilir ve anlamlı geri bildirim fırsatlarını azaltabilir.
Bu ölçütlere dayalı rejimlerin hayal ettiği şekliyle neoliberal üniversitenin zamanı daraltılmıştır ve her şeyi kapsar. Aynı zamanda, ölçülemeyen şeyleri açıkladığını iddia ederek ve diğer bilim dallarını görmezden gelerek kurgusaldır da. Judith Walker, “Özetle,” diye yazıyor, “akademik kapitalizm hem öğretim üyeleri hem de öğrencilerin zamanı kullanımlarını haklı çıkarmaya ve onu alt etme arayışına dayanıyor.” (Shahjahan, 2014, 2) Hepimiz, geleneksel olarak görünüşte farklı öğretim, araştırma ve hizmet kategorilerine ayrılmış bir dizi profesyonel faaliyette bulunuruz. Yine de her birimiz pedagojik yaklaşımlarımıza, araştırma gündemlerimize, kişisel yaşamlarımıza, ilgi alanlarımıza, yeteneklerimize, kurumsal bağlamımıza ve kariyer aşamamıza bağlı olarak bu kategorilere farklı şekilde yaklaşırız. Ancak bu muhasebe uygulamaları ne bu akışkanlığı ne de bu kategorilerin ve muhasebe beklentilerinin nasıl cinsiyetçi olduğunu, sınıflandırıldığını ve ırklaştırıldığını kabul eder (Gutiérrez yMuhs ve Niemann, 2012). Örneğin, kurumlarımızdan birinde, her sınıf (öğrenci kaydı veya kurs seviyesinden bağımsız olarak) zamanınızın %11,1’i olarak sayılır. Bu öğretim yoğunluklu kurumda, zaman aslında şu şekilde harcanır: %66,6 öğretime, %22,2 araştırmaya ve %11,1 hizmete. Butterwick ve Dawson’ın (2005, 55) öne sürdüğü gibi amaç, kendimizi “akılda kalıcı olmaktan çok hesaplanabilir” olarak yeniden yapılandırırken “her şeyi belgelemek, hiçbir şeyi açığa vurmamak” tır (Ball, 2012, 17). Bu, işimizin her yönüyle alay ediyor. Yardımcı veya dönemsel eğitmenler, öğretim kategorisindeki zamanlarının %99,9’unu oluşturan dokuz sınıfa ders verebilir ve bir görev süresi işi ararlarsa yine de bir araştırma programını sürdürmek zorunda kalabilir. Kelimenin tam anlamıyla zaman yaratırlar. Bu şekilde, hayali neoliberal üniversite zamanı kişisel zamanın gerçek anlamda feda edilmesini gerektirir.
Belirlenmiş kategorilere uymayan işleri maskeleyerek ve zaman alan işleri azaltarak, bu muhasebe zorunluluğu, ABD, Birleşik Krallık ve diğer yerlerdeki sayım kategorilerinde yapılan değişikliklerin “verimsiz ev kadını” (Folbre, 1991) kategorisini oluşturduğu gibi, “üretken olmayan bilim adamı” kinayesini besler. Folbre’nin (1991, 464) açıkladığı gibi, “1800 yılında, işleri büyük ölçüde ailelerine bakmaktan ibaret olan kadınlar üretken işçi olarak kabul ediliyordu. 1900’e gelindiğinde, resmi olarak ‘bakıma muhtaç’ kategorisine alınmışlardı.” Yeni “bağımlı” ev hanımı, “verimsiz” ve “yetkili” profesörlerin mitlerini, yeni muhasebe önlemleri ile yaratılan ve yöneticiler ve hükümet yetkilileri tarafından birkaç seçkin üniversiteyi meslek eğitimi alanlarına dönüştürmek için geliştirilen kurguları yansıtıyor.
Folbre ve diğer feminist teorisyenler (Federici, 2012; Jaggar, 2013) “kadınların zamanının” tarihsel olarak hem “başkalarının bakımına” hem de “kamusal üretim dünyasının hizmetine ve sürdürülmesine” ayrıldığını aydınlattı (Youngs, 2001, 22). Bu ilişkisel “kadın zamanı” (toplumsal yeniden üretim olarak da bilinir), gerçek yaratıcılık, yenilikçilik ve icat gibi maskülen üretim alanından, yani, değerlenmiş üretim ve üretkenlik- farklı olarak görülür ve ondan ayrılır. Maskülen üretim, “önemli açılardan, zamanı kişinin kendi amaçları için meşru kullanımı ve içsel bir odaklanmayı gerektirir ve zaman zaman bu dış etkenlerden arındırılmış özgürlüğün kişinin kontrolü dahilinde olduğu ve en azından bir dereceye kadar kendi arzusuyla uzatılabileceği algısını gerektirir” (Youngs, 2001, 23.)
Neoliberal üniversitenin yönetimsel rejimleri, kurumsal üretkenliğe “kadın zamanının” hiyerarşik değerlendirmesini sağlamlaştıracak şekilde hizmet etmek için akademik öznellikleri yeniden yapılandırır ve güçlendirir. Shahjahan’a (2014, 3) göre bu neoliberal mantık, “bireyleri zeki / yavaş, tembel / çalışkan, kurtulmuş / kurtarılmamış, inanan / dinsiz, gelişmiş/ geri kalmış ve medeni / ilkel gibi karşıt kategorilere ayırmak” için kullanılan “sömürge zamanının hiper uzantılarıdır “. ” Nitekim, kadınlar ve farklı ırklardan insanların oluşturduğu fakülteler, bu işin değeri düşürülse bile, “çeşitliliği” sağlamak için hizmet tarafından aşırı yük altındadır (Pyke, 2011).
Akademisyenler olarak, “hükümetin hırsları benliğin bir teknolojisi haline gelsin” (Davies & Bansel 2010, 9; Suspitsyna, 2012) diye kendimizi metrik çerçeveye çeşitli şekillerde katıyoruz. Geri bildirim mekanizmaları ve görünüşte “sürekli kalite iyileştirme” hedefiyle denetim kültürü, direniş olmaksızın boyun eğmeyi sağlamak için tasarlanmıştır. “İlerlememizi” görev bilinciyle sayıp yüklerken, bu sayma zorunluluğu eş zamanlı olarak hem akademik hem de kişisel kimliklerimizi ve etkileşimlerimizi etkiler. Sayım kültürü yoğun, sinsi kurumsal utandırma, özne oluşturma ve kendi kendini gözetleme biçimlerine yol açar. Bizi dinlemek ve sohbet etmek, meslektaşlarımız, öğrenciler, arkadaşlar ve aileyle iletişim kurmak yerine numaralandırmaya ve öz denetlemeye zorlar veya araştırmalarımızı ve daha geniş toplulukları destekleyen ve meşgul eden anlamlı ve zaman alıcı çalışmaya kendimizi dahil etmeye zorlar (Pain, 2014; Schulte, 2014).
Bu neoliberal mantık ve teknolojilerin yaygınlığından yakınıyor olsak da bize “toplumları ve ekonomileri hegemonik olmayan oluşumlar” olarak temsil etmeye meydan okuyan feminist politik iktisatçılardan ilham alıyoruz (Gibson-Graham, 1996, ix). Ya sayımları farklı yaparsak ne olur? Yayınlanan makaleler veya başvurduğumuz hibelerden bahsetmek yerine, alınan teşekkür notlarını, arkadaşlıkların, iş birliklerinin oluşmasını hesaba katsak ne olur? Bu makaleyi değerlendirenlerden biri olan Sara Kindon, sayım yapmanın potansiyel olarak yıkıcı ve bölücü doğasına karşı ikna edici bir alternatif paylaştı.[3] Program grubundaki profesörlerin bireysel portföy üretim sürecini kolektif, topluluk oluşturma faaliyetine dönüştürdüğü bir süreci anlattı. Fakülte, bir profesörün evine gitti ve burada portföyler hazırladılar, yiyecek paylaştılar ve sonra daha fazla yiyecek, şarap ve müzik için orada kaldılar. Bir yandan birbirlerinin çalışmalarını öğrenirken, diğer yandan da çalışmalarını sunmanın en iyi yollarını geliştirerek birbirlerine yardım ettiler ve desteklediler. Bu süreç, üretkenliğin nasıl ölçüleceğine ve çerçeveye alınacağına, kolektif kimliğin güçlendirilmesine ve gözden geçirme sürecinin endişesinin azaltılmasına yönelik birbirine danışma ve kolektif eleştirel düşünmeyi içeriyordu. Katılımcılar için bu, bireyselleştirme, gizli ve rekabetçi bir egzersizden şeffaf ve kolektif bir sürece doğru kasıtlı ve Coğrafya fakültesindeki diğer öğretim üyeleri tarafından başka yerlerde de yapılan bir hareketti (Moss ve diğerleri, 1999).
[1] Bu makale içerisinde neoliberalizm şu anlama gelir: “çeşitli ve genellikle oldukça liberal olmayan sosyal ve politik kural biçimleriyle birlikte serbest piyasa hükümet uygulamalarının içerik açısından birbirine eklemlenmesi” (Sparke, 2006: 153)
[2]Britanya’da birçok kişi, bir zamanlar Araştırma Değerlendirme Egzersizi (RAE), şimdi de Araştırma Mükemmelliği Çerçevesi (REF) ve zararlı etkileri (Lipsett, 2011; Pain ve diğerleri, 2012) olarak adlandırılan şeyler hakkında yazdı.
[3] Dr. Kindon, Yeni Zelanda, Wellington Victoria Üniversitesi’nde Coğrafya alanında çalışmaktadır. Bu hikâyeyi paylaşmasına izin verdiği için ona minnettarız.
*Makale’nin devamı bir seri halinde yayınlanmaya devam edecektir.