Feminist Üniversite Mücadelesi: FEMİNİST SANAT
Biliyoruz ki üzerine konuşmamız gereken Didemler, Nilgünler, Artemisialar, Fridalar, Füruğlar ve daha niceleri var. Her biri bize kadınlığıyla yurt olmuş, kendimizi sıkışmış hissettiğimiz zaman bize pencere görevi görmüş feminist yoldaşlarımız. Hepsinin hayatı farklı bir feminist mücadele hikayesi, belki bunları konuşmak, bunları işlemek gerekiyor. Hayatın kendisi başlı başlına bir plastik sanatsa ve biz kadınlar da birer performans sanatçısı isek eğer; yukarıda saydığımız ve sayamadığımız isimler, bizler- hepimiz bu serginin bir parçasıyız belki de. O yüzden hepsini tek tek incelemeli, ataerkiyle feminist bir sanatçı olarak nasıl baş etmişler bakmalı. Şimdi Didem’i gölge fesleğeni olduğu yerden, Füruğ’u penceresinden çıkarmanın vaktidir.
‘’Özgür Bir Sanat İçin Feminist Sanat’’
Niçin ‘’feminist sanat’’ konulu bir yazı yazma ihtiyacı hissettik, buradan başlarsak yanlış olmaz diye düşünüyorum. Kendimizi bildik bileli karşılaştığımız sanat eril, türcü, zaman zaman şovenist özellikler gösteren bir sanat aslında. Dönüp sanat tarihine baktığımız zaman ünlü heykeltıraşların, ressamların ve daha birçok daldan sanatçının elinden çıkmış eserleri incelersek; eril, türcü ve yerine göre şovenist imgelerle karşılaşma ihtimalimiz çok yüksek.
Sanat tarihindeki özellikle öne çıkan eserlerin cinsiyetçi oluşu, kadın bedenini bir obje olarak algılayıp sunuyor oluşuna ayrıca değinmek gerekir. John Berger’in ‘’Görme Biçimleri’’ kitabı bu konuyu oldukça iyi işlemiştir. Şöyle ki resmedilen kadın aynada kendini seyrediyor gibi gözükse de aslında tablonun sahibi olan erkeğe-krala, imparatora, prense vb.- tüm bedenini sergiler. O dönemin güzellik normlarına göre vücudu- özellikle bel ve kalça kısımları- yağlı kadınlar ‘’güzel’’ olarak kabul edilir. Bu sebeple resmedilen kadınların da neredeyse tamamı bu özellikleri taşımaktadır.
Aslında bu durum ilk çağdan bu yana küçük Kibele heykelciklerinde bile görülmektedir ve belki de o dönemden kadının bedeninin sanatta birer obje olarak kullanılmasının ilk nüvesini oluşturmuştur. Kibele’nin kolları incecik, yüzündeki hatlar belli belirsizdir fakat; göbeği bir hamile göbeği kadar büyük, memeleri göbeğinin üzerine gelecek boyutta ve vajinası olması gerekenden daha belirgindir. Bu imgeler aslında Kibele’ye bereket, doğurganlık, üretim anlamlarının yüklenmesini sağlamıştır. Hatta kabileler-topluluklar uzun yıllar Kibele’ye ‘’Bereket Tanrıçası’’ olarak tapmışlar, putlarını yapmışlardır.
‘’Niçin Sanat Tarihinde Kadınlardan Bahsedilmiyor?’’
Sorun sadece kadınların bedeninin birer cinsel obje olarak kullanılmasıyla veya (özellikle resimlerde) kadınların erkeklerden daha küçük resmedilmesiyle sınırlı kalmıyor. Kadın sanatçılar tarih boyunca eserleri çalınan, jüriden geçer not alabilmek için imzasını bir erkek sanatçının adıyla atan, yazdıkları romanlarda erkek isim mahlasları kullanan veya sanat camiasında ünlenebilmek için başarılı bir erkek sanatçıyla beraber olmak zorunda hisseden figüranlar oldular aslında. Babası ressam olmasına rağmen kendisinin nü resimler çizmesi yasak olan Artemisia’nın mücadelesi de, sanatını icra edebilmek için evliliği reddeden ve toplumdan dışlanan Rosa Bonheur da sanat içerisindeki erkek iktidarı yıkma mücadelesinin bir örneğidir.
Vernon Hyde Minor, ‘’Sanat Tarihinin Tarihi’’ isimli kitabında 1970’den önce basılan ders kitaplarında kadın sanatçıların yapıtlarına neredeyse hiç rastlanmadığından söz eder. Yazar buna örnek olarak 1963 yılında basılan H.W. Janson’ın temel ders kitabı olan History of Art’ı verir. Bahsedilen kitap, hiç metin içermeyen ve yaklaşık yüz bin illüstrasyondan oluşan bir kitaptır. Genelde sanat tarihçilerinin benimsediği bir kanon olan bu eseri kadın sanatçılar benimsemez. Çünkü Janson, özgün listesinde ve ders kitabının birinci baskısında hiçbir kadın sanatçıya yer vermez.*
“Her Zaman Beslendiğimiz Ve Beslediğimiz Bir Yer”
18. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan ‘’feminist sanat’’ akımı ile beraber uzun yıllardır sanat içerisindeki erkek iktidar yıkılmaya başlamıştır. Feministler kadın yaşamını ifade eden, kadın temalı eserleri işlemeye başlamışlardır. 1972 yılında feminist sanatçılar Judy Chicago ve Miriam Schapiro California Sanat Enstitüsü bünyesinde bir feminist sanat okulu kurarlar. 21 tane kadın öğrencisi olan bir program için inşa halinde olan okulda yer olmayınca sanatçılar, Los Angeles’ta harabe halinde bir ev bulup projeyi burada başlatmaya karar verirler. Feminist sanat okulu aslında kadınların kendilerini ifade edebilecekleri bir ütopyadır. Mutfağının duvarlarında memelerden işlemelerin bulunduğu, banyosunda ped ve çorapların olduğu, havlu dolabının içinde kadın bir mankenin bulunduğu ‘’büyülü feminist bir ev’’ dir adeta.
Feminist sanatçılar kadın bedeninin seyirlik bir nesne olmasına karşı sanatçılar kendi bedenlerini kendi kontrollerine alarak eserlerinin hem nesnesi hem de öznesi olmuşlardır. Bu şekliyle aslında sanatın üzerinde kurulan eril tahakkümü yıkarak feminist ve diyalektik bir ilişki geliştirmişlerdir. Sanatın bir araç haline getirilip günlük hayat içerisinde aynılaşmasına karşın feminist sanatçılar; sanatı feminist bir perspektifle ele almış ve görülmez olanı görmüş, dokunulmaz olana dokunmuş, kurallara karşı gelmiş, sanatı mekaniklikten çıkarıp dinamik bir hale getirmişlerdir.
Bu yazı ‘’Feminist Sanat’’ dosya yazılarımızın ilkidir. Biliyoruz ki üzerine konuşmamız gereken Didemler, Nilgünler, Artemisialar, Fridalar, Füruğlar ve daha niceleri var. Her biri bize kadınlığıyla yurt olmuş, kendimizi sıkışmış hissettiğimiz zaman bize pencere görevi görmüş feminist yoldaşlarımız. Hepsinin hayatı farklı bir feminist mücadele hikayesi, belki bunları konuşmak, bunları işlemek gerekiyor. Hayatın kendisi başlı başlına bir plastik sanatsa ve biz kadınlar da birer performans sanatçısı isek eğer; yukarıda saydığımız ve sayamadığımız isimler, bizler- hepimiz bu serginin bir parçasıyız belki de. O yüzden hepsini tek tek incelemeli, ataerkiyle feminist bir sanatçı olarak nasıl baş etmişler bakmalı. Şimdi Didem’i gölge fesleğeni olduğu yerden, Füruğ’u penceresinden çıkarmanın vaktidir.
‘’ Kampüslerimizde Feminist Sanatı Nasıl İcra Edeceğiz?’’
Kampüslerimiz veya online derslerimiz fark etmiyor. Eril tahakküm, mobbing, mansplaining ve daha bir çok baskılanma-şiddet hali ile bulunduğumuz her yerde karşılaşıyoruz. Bu durum özgür bir şekilde kendimizi ifade etmemizin, sanatsal üretim gerçekleştirmemizin önünde büyük bir engel. Sırf bu yüzden bölümünü bırakmak zorunda olan, dersleri alttan alıp başka bir hoca ile çalışmaya mecbur kadın öğrenciler var ne yazık ki. Bu noktada asgari çözümlerden birisi atölyelerimizde bulunan kadınlarla dayanışmak, kadınların bir araya geldiği zaman çok daha güçlü olduğunu başta karşılaştığımız erkek şiddeti olmak üzere herkese göstermektir belki de. Yine sınıfta bulunan kadınlarla okuma grupları oluşturup sanatı bu kez ‘’feminist’’ haliyle tartışmak hem bir öz bakım hem de feminist sanat üretiminin önünü açan bir durum oluyor.
Salt kadın öğrencilerin değil tüm sanat öğrencilerinin yaşadığı sıkıntılardan birisi de ekonomik olarak malzemelerin karşılanamamasıdır. Kadınlar bu durumdan ekstra etkileniyor çünkü bir erkek ile aynı çalışma koşullarında çalışmıyoruz veya ailemizden maddi destek alma koşullarımız ve getirileri çok daha farklı. Okuduğu bölümün malzeme ihtiyacını karşılayamayan kadının önünde genelde üç seçenek oluyor; çalışmak, ailesinden maddi destek almak, bir süreliğine okulu dondurmak. Çalışmak üniversite hayatını kısıtlayıcı bir durumken, aileden maddi destek istemek-özellikle ailedeki erkeklerin- kadınların yaşamları üzerinde söz söyleme aralığını artırabilen bir durum olabiliyor.
Üniversitelerde birçok özel mülke bütçe ayrılırken, rektör genelde akrabası olan akademik kadroya arabalar alırken sanat öğrencilerine -tabi aslında üniversitedeki tüm öğrencilere – bütçe ayırmaması yine feminist olmadığının; sermaye ve iktidarın politikalarını uygulayan bir kurum olduğunun göstergesidir. Sanat öğrencilerine sanat malzemeleri için sağlanacak burs yukarıda saydığımız sorunların bir kısmına çözüm olabilecekken bu yapılmayıp, pandemi sürecinde de yine sermaye ve iktidar gözetilmiştir. Keza kadın üniversitelerinin bu süreçte yürürlükten geçmesi ve yapımının hızlanması da buna örnek gösterilebilir.
Sanat, bir toplumun yapı taşıdır. Kültürünü oluşturan, diğer tüm bilimleri etkileyen ve hayatı anlamlandırmada en önemli dayanaklarımızdan biridir. Bu sebeple feminist bir toplumun inşası feminist sanat üretiminden geçer. O halde şuan biz üniversiteli kadınlara düşen, bulunduğumuz üniversitelerimizi savunmak ve feminist üniversite haline getirmektir. Ancak bu şekliyle sanat tarihinde sadece erkekler konuşulmayacak, kadınlar artık yazmak için erkek mahlaslarına ihtiyaç duymayacak, aksine ‘’Yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!’’ sözü her yere yayılacaktır.
* Bu yazı yazılırken https://www.tarihlisanat.com/feminist-sanat/ sitesinden yararlanılmıştır. Ek olarak;
Ahu Antmen – Kimlikli Bedenler Sanat, Kimlik, Cinsiyet
Ahu Antmen – Yirminci Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar
Derya Özdemir – Feminist Eleştiri Bağlamında Kadın Sanatçıların Eserlerinde “Beden İmgesi”
İpek Krom – Sanat/Cinsiyet: Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri
Şakir Özüdoğru – Feminist Sanata İki Farklı Yaklaşım: Gerilla Kızlar ve Cindy Sherman
Vernon Hyde Minor – Sanat Tarihinin Tarihi