TarihTersine DünyaYazılarımız

21. Yüzyılın İktidarlarına Kafa Tutan Savaşçı Amazon Kadınları: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ UYGULANIRSA YAŞATIR!- Yeliz Vurgun

Karşımızda duranların hayatlarımızda gözleri var, bunu çok iyi biliyoruz. Fakat onların bilmedikleri bir şey var. Köklerimiz; asırlar evvel cesaretleriyle korku salmış; özgürlüğün, isyanın ve mücadelenin simgesi olan savaşçı Amazon kadınlarından gelir. Var olan savaşçı ruhumuzla bulunduğumuz her alanda, geçmişte olduğu gibi öz savunma ağlarımızı yaratalım. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak isteyen kapitalist ataerkil iktidara ve onun tüm baskı organlarına karşı mahalle mahalle, ev ev, sokak sokak haklarımızı ve yaşamlarımızı savunalım. Tıpkı Amazon kadınlarının erkek iktidarlarına karşı öz savunmalarını oluşturdukları ve baş kaldırdıkları gibi.

Evet geçmişimiz baya eski, evet tarihten geliyoruz. Çünkü bizim köklerimiz; bugünkü Samsun’da yaşamlarını kurmuş birçok bölgede erkek iktidarlara kafa tutup, korkusuzca savaşmış Amazon kadınlarından gelir. Amazonların ortaya çıkışlarıyla ilgili birçok rivayet vardır. En önemli rivayet; Olimpos Dağı’nın kurucusu olan, kendisini ‘’Tanrıların Tanrısı’’ olarak atayan Zeus’un her istediğini yapması tanrıçaları geri planda bırakarak ikincileştirmesidir. Bu rivayetin yansımasını o dönem Yunan topluluklarında görürüz elbet. Kadınlar, doğdukları andan itibaren toplum içinde ayrıştırılmaya başlanmıştır. Giydikleri kıyafetlerden tutalım da toplumsal haklarına, evliliklerine kadar. Hatta dönemin filozofları kadınları ‘’zayıf, kırılgan, soğuk mizaca sahip’’ olarak adlandırıp erkeklerle eşit saymıyordu bile. Kısacası Yunan topluluklarında kadınların yeri yoktu, ev içine konumlandırılmışlardı, tüm hakları erkeklerde saklıydı. Bu yüzden Amazon kadınları erkeklerin kurduğu baskı-ötekileştirme egemenliğine karşı çıkmış ve savaşmış ilk ana soylu topluluğudur.
Truva Savaşı’nda at üstünde ok, mızrak atan kadınlardı. Erkek aklın iktidarına karşı asi, boyun eğmeyen, kafa tutanlar savaşçı kadınlardı. Amazonların karşı çıktığı erkek hegemonyasının kemikleşmiş ruhu, yıllar içinde bireyleri (kadınları) toplumda marjinal, kötü, zararlı olarak atfedip karaladı. Kontrol altına almaya, itaatkar yapmaya çalıştı.1920’lerde erkek hegemonya, oy hakkı için ölümü gözen alan Süfrajetlerin direnişiyle karşılaştı. Kapitalist ataerkil hegemonya, 1960’larda her alanda kendini iyice belli eden Elm Sokağı’nın kabusu Freddy’de vücut bulmuştu. Bu dönem renkleri yüzünden aşağılamalara, ayrımcılığa, ırkçılığa uğrayan siyahilerin bir de kadın oldukları için ezilmesine karşı Kara Panterler Partisi üyesi kadınlar vardı. Kadın bedeninin cepheye asker, ucuz iş gücüne insan yetiştirmek için birer kuluçka makinesi olarak görülmesi üzerine kürtaj kademeli olarak yasaklandı. Zamanla sayıları 10 bin kadını bulan, erkek iktidara karşı dayanışma gösteren gizli kürtaj servisi Jane Kolektifi gibi kadınların hayatlarını- haklarını savunmak için yaratılan öz savunma düzlemleri oluşmuştu. Kimi zaman kadınlar, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin!” diyen hakimlere karşı sokaklara döküldüler. Kimi zaman ‘’Dayağa karşı kadın dayanışması!’’ diyerek mitingler düzenleyip meydanları öfkeleriyle doldurdular. Kimi zamansa kendi öz savunma araçlarını oluşturup tacizcilere karşı vapurlarda, sokaklarda bir dönemin simgesi mor iğneleri dağıttılar.


Tarihin ilk zamanlarından-ana soylu dönem sonrası- bu yana kadınları ikincilleştiren ve hayatlarını tehlikeye atan kapitalist ataerkil iktidar, gözünü hayat güvencemiz olan İstanbul Sözleşmesi’ne dikti. Peki yürürlüğe girdiği 2014 yılından itibaren doğru düzgün uygulanmayan, AKP’nin bir zamanlar övünme malzemesi olarak kürsülerini süsleyen İstanbul Sözleşmesi için niçin şimdilerde ‘’Aileyi, toplumu bölüyor’’ deniliyor? İstanbul Sözleşmesi nereden geliyor, neyi kapsıyor, kimi kimden koruyordu?
Nahide Opuz ve ailesi, evlendiği erkek tarafından darp, bıçaklanma gibi birçok şiddete maruz kalmıştı. Evlendiği erkek tarafından uğradığı şiddete karşı Nahide Opuz, tam 36 kez şikayette bulunmuş ama bu şikayetlere hiçbir işlem yapılmamıştı. Fail, bir nevi günümüzde olduğu gibi ödüllendirilmişti. İstanbul Sözleşmesi; şikayetlerin sonuçsuz kalması sonucunda Nahide Opuz’un Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dava etmesiyle hayatımıza girdi. AİHM “Türkiye vatandaşını koruyamamıştır.” kararı ile Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etmişti. Verilen bu karar Avrupa Konseyi’nin, her türlü şiddetin ortadan kaldırılmasına ilişkin bir anlaşma hazırlamasına zemin hazırladı. Türkiye, hazırlanan bu sözleşmeyi 2011 yılında imzalayarak ilk imzacı ülkeler arasında yerini aldı. Hatta dönemin iktidarı AKP, kürsülerden sözleşmeyi imzaladıkları için övünüyor, “Sözleşmeye taraf olunmasının ülkemize ilave bir yük getirmeyeceği ve ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacağı” yönünde açıklama yapmış, sözleşmeyi 8 Mart’ta kadınlara “hediye”(!) etmişti.
İstanbul Sözleşmesi; psikolojik, fiziksel, cinsel, dijital ve ekonomik vb. her alanda karşılaşılan şiddet türlerine karşı her bireyi korur. Gelenek, töre, namus gibi kavramların paravan yapılarak kadınların öldürülmesini önler. Ev içinde yeniden üretilen erkek şiddetine karşı bireyleri korur. Artan çocuk istismarına ve küçük yaşta zorla evliliklere karşı çocuğu güvence altına alır. 11 yaşında öldürülen sonrasında ‘’intihar etti’’ denilerek dosyasına takipsizlik kararı verilen Rabia Naz’ın alenen belli olan katillerinin aklanmaması için yargıyı tarafsız işletir. Hukuki süreçlerde ayrımcılığa karşı bireylerin haklarını güvence altına alır. Cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği yüzünden yaşanılan zorbalık ve ötekileştirmeye karşı LGBTİ+ bireylerin yaşamlarını ve haklarını güvence altına alır. İstanbul Sözleşmesi; din, dil, ırk, siyasi görüş, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, medeni hal ayrımı yapmaksızın şiddete uğramış ya da uğrama tehlikesi olan toplumun her bir bireyini; cinsiyet eşitliği ve güvenli alan sağlayarak, yaşamını güvence altına alarak korur. İstanbul Sözleşmesi, mağduru statü-zümre ayırt etmeksizin şiddet uygulayan ya da şiddet uygulama potansiyeli olan kişilerden korur.
Sözleşmenin imzalandığı yıldan 2020 yılına gelirken geçen süre zarfında tacizler, tecavüzler, çocuk istismarları, kadın cinayetleri yargı organlarının verdikleri “tahrik, pişmanlık ve iyi hal” indirimleriyle, iktidar yöneticilerinin kadın düşmanı söylem ve politikalarıyla meşrulaştırılmaya çalışıldı. 2019 yılı, Türkiye’de son 10 yılda kadınların en çok öldürüldüğü yıl olarak tarihe geçti. Dünyada sağlık krizine neden olan Korona virüsüne karşı karantina günlerinde kadın ve çocuklara şiddet %38 arttı. Birçok kadın faili meçhul şekilde öldürüldü ya da failleri yakalanamadı. Tam da bu sıralarda pandemi bahane edilerek şiddet suçundan içeri giren birçok fail, erkek yargı tarafından infaz yasası ile salıverilerek cesaretlendirildi. Ama kadınlar, mücadeleden hiçbir zaman vazgeçmedi. Şiddet gören her kadın için İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak isteyenlere karşı sokaklardaydı. Yıllar önce Amazonların isyankarlığı, boyun eğmeyişi, gücü ataerkiyi nasıl korkuttuysa bugün de kadınlardan hala korkuyorlar. Yasaklanan 8 Martlarda sokaklara dökülen, polis barikatlarına direnen binlerce kadından… ‘’Tecavüzcü sendin, tecavüzcü sensin!’’ diyerek meydanlarda yaptıkları Las Tesis dansından, İstanbul Sözleşmesi için memleketin her yerinden ses çıkardıkları için darp edilerek gözaltına alınan kadınlardan korktukları gibi…
Karşımızda duranların hayatlarımızda gözleri var, bunu çok iyi biliyoruz. Fakat onların bilmedikleri bir şey var. Köklerimiz; asırlar evvel cesaretleriyle korku salmış; özgürlüğün, isyanın ve mücadelenin simgesi olan savaşçı Amazon kadınlarından gelir. Var olan savaşçı ruhumuzla bulunduğumuz her alanda, geçmişte olduğu gibi öz savunma ağlarımızı yaratalım. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak isteyen kapitalist ataerkil iktidara ve onun tüm baskı organlarına karşı mahalle mahalle, ev ev, sokak sokak haklarımızı ve yaşamlarımızı savunalım. Tıpkı Amazon kadınlarının erkek iktidarlarına karşı öz savunmalarını oluşturdukları ve baş kaldırdıkları gibi.

Unutma! Sana açılan bu savaş yeni değil, yüzyıllardan beri devam ediyor. İlk çağlarda yılan başlı kötü Medusa iken, Orta Çağ’da cadı diye yakılan bilge kadınlardın. Bu savaşa karşı direngenliğin, öfken ve mücadelen de yeni değil. Köklerini anımsa. İçindeki gücü, öfkenle yoğur. Çünkü özgürlük kaldırım taşlarının altında ve sadece taşları oynatman yeterli! Bu yazıyı İstanbul Sözleşmesi eylemlerinden bir döviz ile tamamlayalım: ‘’Öfkemizi örgütlersek İstanbul Sözleşmesi’ni mumla ararsınız!”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir