Bağlılıklar ve Bağımlılıklar Üzerine – Hicran Yönden
Bağlılık, ilişki içerisindeki sevgi, saygı, güven gibi her ilişki için esnetilip genişletilebilecek duyguları içerir. Bu duygular ilişkinin dinamiğini güçlendiren ilişkinin içinde olan bireyleri birbirine yakınlaştıran sağlıklı bir ilişkinin temelleridir. Bağımlılık ise bağlılığın hemen arkasından gelen ve özellikle uzun ilişkilerde daha çok rastlanılan ilişki içinde sağlıklılığın diğer bir göstergesidir. Her insan yaşamında, çocukluk dönemine bir gerileme yaşar. Sevdiği ve hayatında bulunan insanların kendiyle ilgilenmesi ister. Bu dönemlere yoğun bakım dönemlerimde denebilir. Mesela hasta olduğumuzda ya da kendimizi çok kötü hissettiğimizde yakın ilişki kurduğumuz partnerimiz “bizi taşısın” isteriz. Ama eğer ki bu yoğun bakım dönemleri süreklilik arz ediyorsa burada ilişkinin içinde olan kadının ve erkeğin uçurumdan atlayabileceği ince bir çizgi vardır. BAĞIMLILIK SAĞLIKSIZ BİR İLİŞKİNİN TEMELLERİNİ ATABİLİR!Alışkanlıklar hayatta aşina olduğumuz ve bizi bilinmezden kurtaran taraflardır. Sürekliliklerinin olması hayatımızın bir parçası haline getirir. “Spor benim yaşamım.” “Her sabah kahve içmezsem olmaz.” vs. gibi. Bağımlılıklar da bu şekilde oluşur. Uzun süreli bir ilişki içerinde olan kadın ve erkek bir süre sonra aynı lisanı kullanmaya başlar. Ve bu rahatlık hoşlarına gider. İlişkinin çevresine fark etmeden bağımlılığın duvarları örülmeye başlanır. Eğer ki çiftler herhangi bir gün konuşmadan yapamıyorlarsa, her şey illaki karşı tarafa sorulup onun istediği gibi yapılıyorsa veya her zaman gün içinde yapılan bir konuşma, o gün gerçekleşmeyince bireyde huzursuzluk başlıyorsa bu da bağımlılığın ilişkinin çevresine her şeyden yalıtılmış kocaman bir duvar inşa ettiğinin göstergesidir. Bu duvarlarla bireyler sağlıksız bağımlılıklar elde etmiş olur. Bunun tam tersi durumu da söz konusudur. Eğer birey ilişki içinde bir elmanın yarısı olmaya çalışmaktansa iki elma olduklarını kabul ederlerse, ilişki içerisinde özgür ve özgün bireyler olabilirlerse bu durumda sağlıklı birer bağlılık ve bağımlılık sağlanmış olur. Bir de bağımlı olmak istemeyen ama kendini bağımlı bir ilişkinin ortasında gören bireyler vardır. Bu durumda ise birey yakınlaşma/kaçma çelişkileri içine düşer. Partnerini aramaktan veya ona cevap vermekten çekinir. İlişki içerisinde bağlanmaktan korkarak uzaklaşmaya ve kendi alanını yaratmaya çalışır. Eğer bu çelişkiden sağlam ayrılabilirse ve alanını yaratırsa bağımlılık yavaş yavaş yerini bağlılığa bırakır. Ve birey partnerini özleyerek tekrardan yakınlaşma çabasına girer.
Bağımlılığın temellerini kadın cinsiyetine özgü gibi atfederiz. Burada ilişki içindeki biyolojik cinsiyetlerimizi bırakarak, tamamen toplumsal cinsiyetler üzerinde bağımlılık ve bağımsızlık kavramlarına şekil veririz. Toplum; kadını naif, pasif, edilgen yapıda, yetersizlik gösteren, erkeği ise bunun tam tersi özelliklere sahip bireyler olarak damgalar. Kadının insani gücüyle yaptığı bir işte hemen ‘erkek gibi yaptı, erkek doğacakmış, erkek Fatma.’ gibi kalıplarla sanki kadın hiçbir şey beceremezmiş gibi söylemlerde bulunuruz. Toplum, bizi doğduğumuzda bir paketle şekillendirir. Biz bu paketi hiç sorgulamadan çocuklarımıza, torunlarımıza, çevremize komşunun çocuğuna, akrabamıza giydiririz. Ve ne kadar eğrilti durduğunu göremeyecek kadar kör bir noktadan bakarız sonra çevremizdeki her insana. Bu şekilde yetişip büyüyen kadın ve erkek bu sefer öğrendikleri toplumsal cinsiyet rolleriyle ilişki içinde kendilerini göstermeye başlarlar. Toplum kadını, paradan anlamaz çetrefilli işler yapmaz, besler, büyütür, eşine çocuğa bakar, siyaset yapmaz gibi cümlelerle yoğurur. Erkeği ise, işe gider para kazanır, fatura öder, tamirden anlar, gezer dolaşır, mutfağa girmez, ‘kadın işine karışmaz.’ gibi cümlelerle yoğurmaktadır. Günümüzde artık hayat standartlarının yükselmesi ile birlikte kadın ve erkek birlikte para kazanıyorlar. Ama evin gelirini, o ‘erkek işlerinin’ hepsini erkek sürdürmeye devam ediyor. İşten gelen kadın sorgusuz sualsiz geçip mutfağa yemeği hazırlıyor. Çocuklara bakıyor. Ve sürekli kendinde ödün veriyor. Maslow’un piramidin son evresini hiçbir kadın düşünmüyor. Çünkü kadın, hiçbir zaman o evreye gelmeye hak görülmüyor. Kendi istekleri kendi hayatı kendi özerkliği yok. Kadın bir ilişki içinde hiçbir zaman kendi gibi değil. Parayı kazanan olsa bile sözün sahibi değil. Tam da toplum istediği edilgenlikle yok olur gider. Teşekkür edilmez. Ne istiyorsun, diye sorulmaz. Çünkü o gereğini yapıyordur. ‘Kadının işi’ zaten bu değil midir?(!) Toplum, var ettiklerini kadına yüklediğinde bu kez kadının bilinçaltında bastırılmış olan bir öfke ile ilişki içerisinde talepkar bir edaya bürünüyor. Bu kez de partneri tarafından fazla talepkar ve dırdırcı damgası yiyor. Erkeğe para kazanıp çocuklarını ve eşini geçindirme sorumluluğu yüklerken, kadına çocuklarına ve eşine bakma sorumluluğu yüklüyor. Erkeklerin toplumsal cinsiyet rollerini ve kurallarını açacak olursak; Bir ilişkiye, eşine bağımlı erkek; kılıbık, içgüveysi gibi tanımlamalarla, bulunduğu ortamlarda dışlanır. Erkek, bu durumdan kurtulmak içinse bulunduğu ortama adaptasyon sağlamaya, kısacası ‘erkek gibi’ olmaya çalışır. Gezer tozar, canı isterse aldatır, tek gecelik ilişkiler yaşar, parayı yönetir. Gücün tam da kendisidir. Kadının bu durumdaki yeni toplumsal rolü ise erkeğini memnun edecektir, güçlendirecektir. Ta ki kadın bunu o daha bir erkek bir çocukken de yapmaya başlar. Aslandır bizim oğlanlarımız. Kızlarımızsa prensesler gibi Çünkü hiçbir zaman kendileri o kuleden inmeyi akıl edemezler. Güçsüzlerdir. Onları güçlü, kuvvetli prensler kurtaracaktır. Kadın prangalarından kurtulmak için yeni prangalar takılmasını bekler. Bu ve bunun benzeri örnekler, eril toplumların yüklediği roller ile kendimize yeni bir cinsiyet edinmemize yol açar. Toplumsal cinsiyetlerimiz, kadınlarımızı bağımlılığa mahkûm ederken erkekleri ise bağımsızlığın mahkûmu eder. Sağlıklı bağlılıklar ve bağımlılıklar çaba, esneklik ve değişime açık hale gelerek elde edeceğimiz ilişkiler olacaktır. İlişkimizi, kendimizi, çevremizi değiştirerek ve bize yüklenen toplumsal cinsiyet rollerinden çıkarak; sağlıklı ilişkiler, sağlıklı çocuklar, sağlıklı nesilleri de toplum olarak doğurmaya başlayacağız. Kendimizi, toplumun bütün dayatmalarından arındırarak bütün çıplaklığımızla ne istediğimizi düşünerek bulacağız. Ve içimizde bir yerlerde konuşurken bulduğumuz o insan bütün değişimin temel taşı olacak.
( -Bu yazı Leyla Navaro’nun Tapınağın Öbür Yüzü/Bağlılık ve Bağımlılık Üzerine adlı kitabından bir derlemedir.)