Şili’nin feminist isyanı karantinada devam ediyor- Javiera Manzi A. -Alondra Carillo V.
Şili’nin her zamankinden daha büyük olan feminist grevi, bu Uluslararası Kadınlar Günü’nde, geçen Ekim’de patlayan antikapitalist protestolara dayanıyordu. Karantina sokak protestolarının daha fazla mümkün olmadığı anlamına geldiği için, feministler direnmek için yeni ve yaratıcı yollar düşünüyorlar. (Zeynep Türkü Saraç tarafından çevrilmiştir.)
Şili’deki feministlerin 8 Mart’ta Uluslararası Kadınlar Günü’nü kutlayan genel bir feminist grevde yükselmesinden bu yana sadece bir ay geçti. Bu yıl iki milyonumuz Santiago’nun büyük bulvarından ve bitişik sokaklarından taştı. Bu, ülkemizin yakın tarihinin en büyük gösterisiydi.
O Pazar sabahı, o kadar kalabalıktık ki ne medya ne de hükümet bizi nasıl sayacağını bilmiyordu. Polis sayımızı az gösterdi fakat biz çok daha fazlaydık. Bunu organize eden bizler, hükümet yetkililerinden yürüyüş izni istememe kararını aldık. Bunu hem Şili’nin Ekim isyanları sırasında insan haklarının sistematik ihlallerinden doğrudan sorumlu tuttuğumuz hükümetin meşruiyetini reddetmek için, hem de anayasal protesto hakkımızı geri kazanmak için yaptık.
Bugünün tarihi olacağını, geçen yıl Ekim ayında patlak veren büyük protestoların kazandıkları ivmeyi korumasında temel olacağını biliyorduk. Ülke genelinde hepimizin seslerini devlet terörizmine, hayatlarımızın istikrarsızlaştırılmasına ve günlük olarak karşılaştığımız çok yönlü şiddet biçimlerine karşı birlikte yükselteceğimizi biliyorduk.
Protestolardan Sonra
Protestolardan üç hafta sonra, salgın nedeniyle sokaklar boşken Başkan Sebastián Piñera, Ekim ayındaki karışıklığın simgelerinden biri olan Plaza de la Dignidad’da fotoğraflandı. Kamu meydanında muzaffer ve başkanlığa ait görünen fotoğraf, hükümetin yönetime geri döndüğünü göstermek için Piñera’nın geri verilen başkanlık yetkisini ilan etmeye çalıştı.
Gerçekten de, diktatörlükten bu yana herhangi bir cumhurbaşkanının en düşük onay derecesine sahip olmasına rağmen, Piñera geçici olarak bir miktar meşruiyet kazandı. Ancak, protestolarımızı kısıtlamak için küresel bir sağlık krizine ihtiyaç duyması, Şili’nin siyasi krizinin var olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu yalnızca yönetimin restore edilen “yetkisinin” kırılganlığını gösterir.
Artık protesto gösterileri için sokaklarda olamayacağımız için, 8 Mart’taki yakınlığımızın yoğunluğunu yeniden harekete geçirmek zor olacak. O enerjiye ne oldu? O dürtü, o güven ve radikal dönüşüm arzusu, küresel bir salgının ortasında nereye gidiyor? Sadece haftalar önce bedenlerimizin sokaklara yakınlığı kolektif gücümüzü ilan ederken, şimdi kendimizi parçalanmış ve fiziksel olarak birbirimizden ayrılmış halde buluyoruz.
Birkaç hafta boyunca hükümet, artan bulaşma eğrisini düzleştirecek karantina politikasını uygulamayı reddetti. Sonunda harekete geçtiğinde, sadece Santiago’nun daha zengin bölgelerini ve şehrin bir avuç kadarını kısmi karantina altına aldı. Çoğunluğu evde kalamayan çalışan nüfus için herhangi bir ekonomik veya acil durum hükmü bulunmamaktadır. Şili’deki birçoğu için karantina, neoliberal geçişin bu otuz yılındaki sosyal haklar gibi bir ayrıcalıktı.
Bazen bu pandemi, çoğumuzu evimizin duvarlarıyla sınırlamış ve dünyayı duraklatmış gibi görünse de, zaman durmadı ve mücadelemiz yeraltından devam ediyor. Bizi yönetenler, geri aldıkları otorite duygusundan anlık olarak yararlanmalarına karşın kurallarına yeniden meydan okunacak. İsyan, şimdi geçici olarak bastırmış olsak bile öfkemizde, arzularımızda, sorularımızda ve ağlarımızda yer alıyor.
Kriz Bileşiği
Şili’deki insanlar, 18 Ekim’de patlak veren sosyal isyandan bu yana yaşadığımız istisna pandemi durumu bağlamında yaşıyor, çünkü lise öğrencileri tarafından yapılan toplu ücretlerden kaçış son otuz yıldaki birikmiş sefalete karşı çok sayıda örtüşen protestoya patladı. Hükümetin bu kitlesel, enine ayaklanmaya cevabı sadece bir şekilde oldu: polis vahşeti ve insan haklarının sistematik kitle ihlali. Bu ihlaller, sakatlık (450’den fazla belgelenmiş oküler yaralanma ile), işkence, cinsel şiddet, siyasi hapis, kaçırılma, cinayet ve kaybolmaları kapsamaktadır.
Bu salgını eşsiz koşullarda yaşıyoruz. Ayaklanma hala yankılanıyor ve tarihe hapsolmayı reddediyor; hala bizi canlandırıyor. Karantinanın fiziksel mesafesinin siyasi izolasyon ve felç haline gelemeyeceğini biliyoruz, özellikle de yoldaşlar politik tutuklu olarak kaldığında ve yetkililer bu krize Şili kentlerinde militarize sokağa çıkma yasağı uygulayarak tekrar yanıt verdiklerinde.
Durmadığımız ve hayat ile siyaset devam ettiği için – şu anda garip yollarla da olsa – kendimize bu krizden otoriterliği, ataerkil şiddeti ve artan ırkçı şiddeti güçlendirmeyecek şekilde nasıl çıkacağımızı kendimize sormalıyız.
Bu kriz içinde bir krizde olduğumuzu hatırlayarak hareket etmeye çalıştık. Ulusal acil sağlık durumunun ilk haftasından sonra, kolektif koşullarımıza yanıt ve bir toplu eylem çağrısı olarak Feminist Acil Durum Planı önerdik. Diğer hareketlerle ortaklaşa, hayatlarımız için yaşam grevlerini artırdık. Çalışmaya devam etmek zorunda kalanlar için grevler devamsızlık ya da bu mümkün değilse, protesto yoluyla iş gününün kesintiye uğraması çağrısında bulunuyor. Evde olanlar için orada protesto ediyoruz: pencerelerimize, saksılarımıza afişler asıyoruz ve gün boyunca koordineli eylemler gerçekleştiriyoruz.
Ayrıca, ataerkil şiddetin tırmanışını hapsetme bağlamında yüzleşmek için bir Feminist Destek Ağı oluşturduk. Birkaç feminist gruptan oluşan bu ağ, öncelikle taban girişimleri, feminist kolektifler ve aile içi şiddete maruz kalan kadınlara destek sağlayan STK’lar hakkında bilgi yaymaya yöneliktir.
Önümüzdeki bir başka büyük görev de, son aylarda seferberlik, siyasi müzakere ve toplumsal dokunun yenilenmesi olarak çoğalan meclisleri sürdürmektir. Bu bağlamda meclislerin bakım ve karşılıklı destek ağlarını oluşturmaya yöneldik. Kuruluşlarımız bakım politikasını yaptığımız işin ön saflarına yerleştirildi: hayatı sürdürmenin diğer emek biçimleri kadar temel olduğunu biliyoruz.
Bu salgını Şili’nin isyanının arkasında deneyimlemek yeni sorular doğuruyor. Bu ölüm ve yoksunluk politikalarıyla nasıl etkili bir şekilde yüzleşebiliriz? Birçoğunun refahını azınlık kârının üzerinde nasıl yükseltebiliriz? Feminist grevin uluslararası gücünde yer alan bir yanıtı nasıl düzenleyebiliriz? Bu koşullarda kendi gücümüzü nasıl eyleme geçirebiliriz?
Bu soruların sabit bir cevabı olmadığı açıktır. Bize göre bu, içinde bulunduğumuz belirsizlik senaryosunda, kolektif tarihimizde ve mücadele hafızamızdan elde edilen bilgiye ve birlikte inşa ettiğimiz şeylere olan inancımıza güvenebileceğimizi fark ettiren bir sorudur.
Feminist grev hareketinin amaçları küresel olmuştur; 8 Mart tüm dünyada grev dalgalarına şahit oldu. Pandemi bağlamında, bir kez daha kolektif yanıtı zorlayan tarihsel bir anla karşı karşıyayız. Enternasyonalist bir güç olarak feminist hareket, neoliberalizmin saldırısının radikal ilerlemesine karşı hem hendek hem de takviye görevi görmelidir. Dönüştürücü bir alternatif yaratmalıyız.
Sebastián Piñera’nın fotoğrafı Plaza de la Dignidad’daki Baquedano anıtının yanında çekildiğinde, meydan terk edilmişti: siyah bayrak, wenufoyes (Mapuche bayrakları), kürtaj hakları kampanyasını simgeleyen yeşil bandanalar yoktu. Cesaretlendirilmiş hükümet, Ekim isyanının grafiti ve simgelerini silmeye başladı. Sokağa çıkma yasaklarına rağmen, birkaç cesur kişi protesto mesajlarını yeniden anlatmak için geri döndü. Piñera’nın fotoğraflandığı yerden birkaç metre uzakta, plazanın zemini hala Ekim ve Mart aylarında protestolarımızı tanımlayan kelimeler taşıyor. Büyük boyalı harflerle okur: Tarihsel! (Historicas!)
bu yazı jacobinmag.com sitesinden alınmıştır.