Tarih öncesinden bugüne: Bilgi kadınların elinde
Şu meşhur cennetten kovulma hikayesinden bu yana, kadının tarih sahnesinde gösterilen rolü neredeyse hiç değişmedi.Hemen herkesin bildiği gibi erkek hegemonyasının yaratılış köklerinden biri olan bu hikaye, Adem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesiyle başlar ve tarih perdesi açılır.Tarih yazımının,ataerkil hegemonyanın tahakkümü altında olmasının yanısıra kadın; mitler,efsaneler ve çeşitli inanışlarla kimi zaman ilahlaştırılmış veya şeytanlaştırılmış ancak kadının tarihsel arka plandaki rolü hep görmezden gelinmiş. Yaratılış efsanelerinden modern tarih yazımına kadar hemen her dönemde bir şekilde karşımıza çıkan kadının bahsi bilimde,felsefede,şiirde ve neredeyse hiçbir üretim alanında geçirilmemiş. Oysa tarih üzerindeki erkek hegemonyasını bir kenara bıraktığımızda göreceğiz ki kadın, nesilden nesile aktarılan efsanelerdekinden çok daha fazlası,ilk bilginin üreticisi olduğu gibi aynı zamanda taşıyıcısı.
Toplumsal işbölümünün ilk hali olduğunu bildiğimiz avcılık ve toplayıcılık döneminden itibaren şöyle bir bakacak olursak…
Erkeğin avlanmasının rastlantısal koşullara bağlı olduğu dönemde,kadın topladığı bitkilerle birlikte topluluğun beslenmesini büyük ölçüde güvence altına alırken,toplayıcılık yaparken edinmek ve hesaplamak zorunda olduğu bilgilerle aynı zamanda bilgi üretim sürecinin temellerini de atıyordu. Yetecek besin miktarını belirlemek,tüketilecek bitkiler arasındaki ayrımları yapmak,yiyeceklerin bozulmadan getirilmesini ve saklanmasını sağlamak zorunlulukları kadının bitkilere,doğaya ve içinde bulunulan coğrafyaya dair sahip olduğu bilgi birikimini artırıyordu. Bu dönemlerde kadının toplum içinde egemen bir role doğru yükselişi de doğa bilimcisi,beslenme uzmanı ve hekimliğin tek bir bedende cisimleşmesinden, kadının toplumsal yaşamın devamlılığına ilişkin gerekli hemen her şeyi kendi ellerinde bulundurmasından ileri gelmekteydi.Mitlerde,efsanelerde göze çarpan kadının büyülü,mistik yanı da öyle.Binlerce yıllık gözlem ve deneyim birikimi kadınlar tarafından diğer kadınlardan devralınırken,kadının mevcut ekonomi içinde üstlendiği rol, kadının toplumsal itibarını da hızla artırıyordu.
Kadının doğaya yönelen ilgisinin ve dikkatinin sağladığı bilgi,tarımın mucidi olarak anılmasını da sağladı.Bitkilerin yaşam döngüsünü izleyen kadın,tohumların ne zaman ekilip biçilmesi gerektiğini de öğrenmişti.Doğa bilimlerinde kendini gittikçe geliştirirken,toprakla uğraşırken, suyla temas halinde kolay şekil aldığını keşfetmiş ve çömleği icat etmişti.Yine doğayla kurduğu ilişki neticesinde keteni,pamuğu vb. bilen kadınlar aynı zamanda ilk dokumacılar olmuşlardı.
Tanınmış araştırma yazarlarından olan Hulmig,kadının toplumsal yaşama dinamizm sağlayan işlevlerini şöyle anlatıyor : “Beslenme sorununun güvence altına alınması da büyük oranda ona bağlıydı.Çünkü bitkileri,meyveleri ve küçük hayvanları toplayan oydu.Konaklama yapılan ya da kışın geçirildiği yerlerde çevreyi gözetlemek de onun görevleri arasındaydı.O,meyve cinslerini,yabani tahılları,mantarları çok iyi tanıyordu;tatlarını biliyor,yenilemeyecek veya zararlı olan doğal ürünleri tanıyordu.Bütün bunların sonucu olarak itibarının yükseldiği,hatta belki de bazı özel güçlerinin sahip olduğu yolunda bir inancın geliştiği ve bu gücün sonradan büyü yeteneği olarak kabul edildiği şüphesizdir.Yine o,bazen özellikle avlanma sırasında hayvanların saldırısına uğrayan veya hastalar ve sık sık yaralanan erkekler için gerekli olan ilaçları da biliyordu.”
İlerleyen süreçte üretim fazlasının oluşması,mülkiyet olgusunun ortaya çıkması ve saban vb. erkekler tarafından bulunup kullanılmaya başlanmasıyla birlikte erkekler özel bir konuma ve giderek ayrıcalıklara sahip olmaya başladılar.Artık toplum devamlılığını erkeğin mülkiyetini ve kontrolünü elinde tuttuğu aletler üzerinden sürdürecekti.
Bilgi üretim sürecindeki kadınlar ve bunun üzerindeki erkek tahakkümüne dair ele alınması gereken dönemlerden bir diğeri de çoğu kadın olmak üzere birçok insanın ölümüyle sonuçlanan “cadı avı”nı da içinde barındıran Ortaçağdır.Hekimlerin bulunmadığı yerlerde sahip oldukları tıbbi,kimyasal ve biyolojik bilgilerle köylerde şifa dağıtmaya çalışan, bitkilerin gizemli dünyasını tanıyan, kadınlara doğum yaptıran, hastaları bitkilerle tedavi edebilen kadınlara ilk başlarda saygı duyulmasının yanında onlardan uzak durulmaya da çalışılmıştır. Tarih öncesi çağlardan da bize tanıdık gelen, doğayla ve doğa bilimleriyle özdeşleşen kadınlara yüklenen mistik yön vurgusu burada da karşımıza çıkar. Cadı avlarının ilk kurbanları ebeler ve şifacı kadınlar olmuş, bitkileri çok iyi tanıyan bu kadınların büyücü oldukları iddia edilmiş ve bu insanlar tek bir ihbar ile tutuklanarak çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır.İngilizce “witch” kelimesinin, aslında akıllı kadın anlamına geldiği söylenir ve şifacı kadınlar aslında bitkisel tedavilerde usta kadınlar olup Avrupa halkı arasında bitkilerin tedavi edici etkisini kullanan ilk doktorlardır.
Cadılık ,özellikle kadınlarla ilişkilendirilmiş; kadınların, cadı dolayısıyla düşman olduklarını,şeytanla işbirliği yaptıklarını destekleyen görüşler kilise tarafından hızla yaygınlaştırılmıştır. Doğum, yani yaşam ve ölüm arasındaki bağın kadınların elinde bulunması,yine aynı kadınların yaşama dair tıbbi bilgi ve birikime sahip olması ve otlarla yapılan iksirlerle hastalıklara ya da olaylara müdahale edilmesi, elbette ki kilisenin hiç hoşuna gitmeyecekti.Bu nedenle tüm bunlara içkin olan bilge kadın,kilise tarafından “Düşman”,”kötü” ve “yok edilmesi gereken” olarak tanımlandı,sistematik olarak birçok işkenceye maruz bırakıldı,infaz edildi.
Tarih öncesi çağlardan bu yana kadının ürettiği bilgi değersizleştirilmiş,bu bilgi üretim süreci kadınların elinden alınıp erkeklere atfedilir bir hale getirilmişse de kadınlar kendilerine biçilen bu rolü hiç kabullenmedi. Tarihin ataerkil aşağılamasına ve yoksaymasına direnen kadınlar kendini, Antik Çağ’da kadın dostu şair Sappho;İskenderiye’de filozof,gökbilimci,matematikçi olan ve şehrin baş düşmanı ilan edilen Hypatia olarak var etti. Siyaset arenasından hiç eksilmedi,kimi zaman savaşlara önderlik etti, kimi zaman aldığı politik kararlarla uygarlıklara yön verdi.
O zamandan bu zamana bilgiyi ellerinde bulunduran kadınlara duyulan öfke ve korku hiç azalmadı. Bugün cadı avlarını ortaçağ karanlığıyla birlikte anıyor olsak da,biliyoruz ki kadın düşmanlığı yaşamımızın her alanında kendini var etmeye devam ediyor. Kadına kariyer olarak sunduğu tek seçenek annelik olan ve bunun üniversitesini açan, çoğu zaman alenen kimi zamansa gizli bir şekilde kadını kamusal yaşamdan soyutlamaya çalışan ve özellikle son 2 senedir feminist hocaların çok büyük bir kısmının akademiden ihraç edilmesi şeklinde karşımıza çıkan durumu “çağımızın cadı avı” olarak nitelemek muhtemelen yanlış olmayacaktır. Keza ilahiyatçı bir kadın düşmanı olan İhsan Şenocak’ın pantalon giyerek üniversiteye giden kadınlara dair yaptığı açıklamalar ve üniversiteli kadınların babalarına yönelttiği “yüreğiniz parçalanmıyor mu?” soruları da bu kadın düşmanı ilahiyatçının, kadınların sahip olduğu bilgiye tahammül edemeyen Ortaçağ din adamlarının yolundan aradan geçen yüzyıllara rağmen bir milim olsun ayrılmadığını gösteriyor.
Bugün, kadın hareketi çok daha bütünlüklü ve yükselişte olan bir hareket, her yolu denemelerine rağmen bu hareketin karşısında duramayan erkek iktidarlar, kadınların bu kararlı direnişi karşısında Ortaçağ din adamlarından çok daha korkmuş durumdalar. Ve korkmakta son derece haklılar. Özellikle son dönemde yalnızca Türkiye’de değil dünyada da hızla yükselen kadın hareketine baktığımızda görüyoruz ki tarih kadını mağlup etmeye çalışsa da kadınlar yeni bir tarih yazmaya başladı bile.
KAYNAKÇA :
1)Kibele’den Pandora’ya Kadının Tarihsel Yenilgisi (Pervin Erbil)
2) Avrupa’nın Anası Anadolu (Helmut Uhlig)